i
   
 
  F.G.LORCA-KADINLAR ve CİNSEL ÖZGÜRLEŞME SANATI
Çev: Dila Okuş, Nihal Albayrak


(Bu çeviri David Richard Jones and Susan Jones’un “Federico Garcia Lorca” adlı çalışmalarının bir bölümüdür.)

Kaynak: http://www.buo.boun.edu.tr/buo/default.asp?id=268

 


Lorca’nın büyük oyunları- Kanlı Düğün, Yerma, Bernarda Alba’nın Evi, ya da Mariana Pineda, Eskicinin Tazesi, ve Kız Kurusu Gül Hanım- tiyatro tarihinde kadınların merkeze en fazla alındığı oyunlardandır.

Bu oyunlarda en önemli karakterler kadınlardır. Kadınlar arzuladıkları şeyler sebebiyle acı çeken ve trajik yada komik sonuçlara varırken çelişkilerden geçen kişilerdir. Pek çok sahne kadınların alanında geçer. Bu alan kadınların idare ettiği, erkeklerinse uzaklaştırıldığı ev içidir(ya da, Bernarda Alba’nın Evi’nde olduğu gibi, tamamen yasak bir alandır).

Kadın karakterler kendilerini en kolay ve derinlikli olarak diğer kadınlarla sohbetlerinde ortaya koyarlar. Duygusal yoğunluk zamanlarında patlak veren şiirsellik genellikle kadın karakterlerin ağzından çıkar. Lorca, özellikle “kırsal hayatın üçlemesi” olarak bilinen üç büyük tregedyasında, İspanyol gelenekleri ve sosyal yaşam tarafından baskı altında tutulan insan yaşamını örneklemek için kadınları seçmiştir.

Kanlı Düğün’de, Lorca’nın hikayesi Ana ve Gelin olmak üzere iki manyetik kutup arasında gidip gelir. Anne sert ve kırsal adetlerini ve sınırlamalarını benimsemiştir. O para ve evlilik konusunda çok kuralcıdır ve duyguları küçümsemektedir. Toplumsal cinsiyet rolleri (erkekler tarlalara, kadınlarsa eve aittir), dölleme ve üremenin önemi(“Deden her köşede bir oğul bırakmıştı”), ve cinsiyetler arası ilişki (“Kimseye bakmadım ben. Babana baktım, ve kendisini öldürdükleri zaman da, karşımdaki duvara baktım.”) konularında son derece muhafazakardır. Hal böyleyken annenin, evliliği gelinine şöyle tanımlaması sürpriz değildir: “bir adam, bir kaç çocuk, ve diğer şeylerle arana öreceğin kalın bir duvar.”

Gelinin, tıpkı cinselliği gibi sesini de bastıran bu hapsedilmiş topluma karşı başkaldırması şaşılmayacak şeydir. Damat ve adamın annesiyle yaptığı resmi görüşmelerden sonra, gelin aniden elini ısırır ve ifade edilemez bir hiddetle bağırır: “Ay-y-y!”. Kadın açıkça Leonardoyu arzulamaktadır, ama neden? Kadının gereksinimi aşktan veya şehvetten mi; yoksa seçeneksiz ve kontrolsuz bir hayatın hayal kırıklığından mı kaynaklanır? Düğün esnasında, fiziksel temastan kaçınır ve engellenmiş sevdasını inkar etmek için çabalar. İçindeki şiir selini, aşkının ve özgürlüğünün sert ve canlı görüntüsünü ve nihai trajedisini ancak Leonardoyla kaçtıktan hemen sonra, sevgilisiyle ormanda yalnızken ve geriye kalan Anneyle yas tutarken serbest bırakabilir.

Çok benzer bir model Bernarda Alba’nın Evi’ndeki tüm kadınsı manzaraları yönetir. Bernarda kadınları bastıran sert, sınırlayıcı toplumsal kuralları temsil etmesiyle tıpkı Ana’ya benzer. Onun cinsiyetler için kuralı şudur: “Örgü şişi ve iplik kadınlar için. Kamçı ipi ve katır erkekler için.” O sınıfsal farklılıkları sürdürmek, para biriktirmek, kızları mutsuz olsalar dahi “ne kadar uyum içinde olan bir ailesi” olduğunu göstermekle meşguldür. Ve şiddetle katıdır-Poncia’nın dediği gibi, “tamamen kalbinizi kazanabilir ve bütün bir yıl boyunca suratındaki küçük soğuk gülümsemeyi kaldırmadan ölüşünüzü izleyebilir” Onun tersine kızları bastırılmış şehvetleriyleydiler. Hizmetçinin dediği gibi onlar “kötü”müydü? “Onlar erkeksiz kadınlardı, hepsi bu,” diye cevaplar Poncia. “Ve bazı konularda kan bağı bile unutulur.” Hiç kimse Bernarda’dan daha kesin bir şekilde çocuklarının yüzüne kapıyı çarpamaz ve onları daha da mahsur bırakamazdı.

Bazı çağdaş feministler oyuna da adını veren Yerma karakteriyle empati kurmakta zorlanırlar çünkü Yerma’nın isyanı ve trajedisi çocuk doğurmaya olan yoğun isteğinden kaynaklanır. (Aynı zamanda kocası Juan ise onu reddetmektedir.)Ama Yerma’nın içtenliği Juan, Juan’ın kız kardeşleri, komşular ve sessiz, saygılı olmasını isteyen toplumsal beklentiler tarafından sınırlandırılmış ve susturulmuştur. Ana ve Bernarda’ya benzer bir içimde, Juan da doğal olanın şu olduğuna emindir: “koyunlar ağıldadır kadınlar ise evde”. Yerma ise şöyle cevaplar, “erkekler hayatın dışındaki şeylere de sahiptir: sığırlar, ağaçlar, sohbetler” ama “kadınlar ise sadece çocuklarına ve onların bakımına sahiptir”. Yerma kadınların hayatında başka bir amaç hayal edememektedir, ve bunun için kocasına bel bağlamak zorundadır. Juan’ın ilgisizliği Yerma’nın kendi onurunu bir tarafa atmasına, gelenekleri ezmesine ve yasalara karşı durmasına sebep olur.

Modern okurlar bu erkek yazara ve onun kadın öznelerine ne anlam verirler? Lorca’nın bu figürleri kullanması doğru bir özgürleşme jestimidir yoksa basitçe insalcıl bir kılığa bürünmüş cinsiyetçilik midir? Aslında Lorca’nın feminizme özel bir ilgisi yoktu ve oyunlarındaki İspanyol kadınları özel bir sosyal yada politik programı referans alarak çizmezdi. Bunun yerine, kendinden önceki Ibsen, Çehov, ve Benavente gibi, O da kadınları insan olarak ve onların problemlerini tüm insanların çıkmazlarının temsilcisi olarak ele alır. Ama aynı zamanda, Lorca’nın kadın kahramanları ayırt edilebilir biçimde modern kadınlardır. Altın Çağın kadın kahramanlarından farklı olarak onun kadınlarının zorlukları öncelikle entrika yada cilve temaları çerçevesinde olmaz. Onlar sert ve kuvvetli olabilirler. Dramlarının merkezinde kendi hayatlarının kontrolünü ele geçirmek için verdikleri mücadele vardır ama ana kadın karakterlerin başarısız olması, bu mücadeleden bir trajedi yaratan toplumun eleştirisidir.

Bir eşcinsel olarak Lorca’nın; baskı altındaki, güçsüz gruplara bireylere–özellikle de kadınlara, karşı özel bir sempatisi vardı. İngiliz eleştirmen Paul Binding, bu durumu Lorca: The Gay Imagination (1985) adlı kitabında şöyle ortaya koymaktadır; Eşcinsel bir yazar, belirli bir ehliyete ulaşmış olması itibariyle, kadınları; özerk ve doğuştan gelen istek ya da kazanımlardan bağımsız varlıklar olarak düşünebilir. Kadınlar tüm karmaşıklıkları ve trajedileriyle O’ndan önce söz söyleme hakkına sahiptirler. Trajedi diyoruz çünkü; Lorca, heteroseksüel yazarlardansa, kadınların ruhsal hayatlarının nelere mal olduğunu, gelenekler karşısındaki -sıklıkla karşılaşılan- zoraki teslim oluşlarını anlayabilir. Tıpkı eşcinsel bir erkeğin, karşılayabilecek ne eğilime ne de yeteneğe sahip olmadığı beklentilere katlanmak zorunda olması gibi; kadınlar da –özellikle geleneksel topluluklarda- onları eksik bulacak, gücendirecek ve küçümseyecek yargı kriterlerini –diğerleri tarafından uygun bulunan- kabul etmek zorundaydılar.

Özellikle son on yılda, Lorca’nın öğrencileri, onun eşcinselliğini daha detaylı ve derinlikli biçimde anlamaya başladılar. Eğer Lorca kendi cinsel doğasını kabullenmekte -kendine ya da dünyaya karşı- bir sorun yaşasaydı bu durumu ilk zamanlarındaki şiirlerinin gölgesinde bırakmaya çalışırdı. Oysaki 1920’lerde eşcinsellik hakkında pek çok şiir yazmış fakat baskılara maruz kalmıştı. Bir kaç yorumcu Lorca’nın 1928de yaşadığı ve kendisini New York’a gitmeye teşvik eden ruhsal krizin büyük bir bölümünün cinselliğiyle ilgili olduğu sonucuna varmıştı. Freudyen yaklaşımda ve The Poet in New York’taki itiraf niteliğindeki dizelerde somutlaştırıldığı gibi, bunun tedavisinin bir kısmı Lorca’nın duygusal ve cinsel doğasını açıkça ortaya koymasıydı. 1930’ların sonlarında The Public adlı oyunu ve yasaklanan Sonnets of the Dark Love ile Lorca son eserlerini okuttuğu arkadaşlarını hayli şaşırtan, ilginç bir “takdim” yaşadı.

Oysaki şimdi Lorca’nın duygusal doğasının geniş bir resmine baktığımızda, onun kadınları nasıl edebiyatının merkezi haline getirip, onların doğalarının ve arzularının nasıl bu derece içine girebildiğini anlayabiliyor muyuz? Gay ya da lezbiyen sanatçılar –aynı güçte vizyonlara sahip olmaları durumunda dahi- heteroseksüellerden farklılar mı? Her iki cinsiyetten eşcinsel sanatçılar diğer cinsiyeti nasıl algılıyorlar? Edebi eleştiriler yalnızca bunları, cinsellik ve yaratıcılık hakkında temel sorularımızın cevabını anlamamızın başlangıcını oluşturmaktadırlar.

Bu sorular hakkındaki güncel teoriler henüz başlangıç düzeyindeler ve bize hiçbir zaman yararlı genellemeler sağlamayabilirler. İnsan kalbiyle beyni hassas aletler gibidirler, ancak kim hayal gücünün kullanma kılavuzunu yazabilir ki?

Yeni sayfanın içeriği
 

AYÇA TELIRMAK

 

Kadınların, bir başına kadınların, yoksun bırakılmışların, içine yanmışların, kabuğuna mahkûmların hikâyelerini anlatmaya yola çıkmıştık Ayça’yla. Cümlelerimiz billurlaştıkça, cesaret bulduk, o küskün, terk edilmiş, kovulmuş dokularımızdan, söz çıkarttık, şiir çıkarttık… Hayatın tüm ıskalarına yeniden nişan alır gibi… Sanki sil baştan başlar gibi…
 
Oyuncunun hayat hikayesi sahnenin örsünde şekillenir. Övüncü bir avuç alkış, bir de başını yastığa koyduğunda gözlerine oturacak huzurlu bir uykudur. Ayça sonsuzluğa gitti. Apansız, yaka kavura…
 
Kulis aralarından, kumaş kıvrımlarından, sahne karanlıklarından süzülen anılarıyla baş başayız şimdi. Onun adına, onunla birlikte.
 
Huzurla uyu Ayça Telırmak.

 
 
İSTANBUL EFENDİSİ
 
İSTANBUL EFENDİSİ
Musahipzade Celal' in ünlü klasiği İ.B.B. Şehir Tiyatroları sahnelerinde...



																	
TARLA KUŞUYDU JULİET
 
TARLA KUŞUYDU JULIET
Ephraim Kishon' dan Romeo ve Jüliet üzerine eğlenceli bir fantazi.




																	
DEFTER
 
 
 
Bugün 28 ziyaretçi (32 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol