i
   
 
  ÇİNGENELERİN TARİHİ1

Aşağıdaki metin benim tarafımdan noter kanalıyla koruma altına
alınmıştır. Noter onaylı orijinal nüsha arşivimde mevcuttur.
Egemen Yılgür

ÇİNGENELERİN TARİHİ: ÇİNGENELER NASIL
KURTULUR?
15.09.2006


İçindekiler
Teşekkür
Önsöz
Acelesi Olanlar İçin Özet

BİRİNCİ BÖLÜM
1. Giriş
2. Bir İdeal Olarak Milliyetçilik
2.1 Millet, Milliyetçilik
2.2 Çingeneler Bir Ön-Millet midir?
2.3 Evrensel Millet: Çingeneler
2.4 Milli Devletin Alternatifi

İKİNCİ BÖLÜM
3. Yeni Bir Tarih Yaklaşımı
3.1 Onlar Ne Diyor?
3.2 Geleneksel Yorumların Yanlışları
3.2.1 Birlikte Yaşam
3.2.1.1 Abdallar ve Romanlar
3.2.1.2 Yenische, Rudari ve Romanlar
3.2.1.3 Orta Doğu Çingeneleri
3.2.1.4 Domlar, Dalitler ve Üst Kast Üyeleri
3.2.2 Çingene Topluluklarında Kadının Rolü

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
4. Çingenelerin Gerçek Tarihi.
4.1 İlk İnsanlar
4.1.1 Toplayıcılık ve Anaerkil Toplum
4.1.1.1 Üretimde Eşitlik, Kutsal Doğurganlık
4.1.1.2 Anaerkil Toplum Bir Cennet miydi?
4.1.2 Avcılığın Gelişimi
4.1.2.1 Yeni Buluşlar ve Avcılık
4.1.2.1 Avcılığa Bağlı Yeni Cinsel İşbölümü
4.1.3 Bahçe Tarımının Ortaya Çıkışı
4.1.4 Çobanlığın Ortaya Çıkışı
4.2 Kadının İkinci Plana İtilmesi
4.2.1 Çoban Aşiretler Anaerkilliğin Tasfiyesi
4.2.2 Bahçe Tarımı Anaerkilliği Yaşatıyor
4.2.3 Ataerkil Kişilik Anaerkil Kişiliğe Karşı: Savaş ve Barış
4.2.3.1 Ataerkil Kişilik: Asabiyet
4.2.3.2 Yenilgiye Mahkum Bir Barış Ülküsü
4.3 Çingenelik Tarihi Başlıyor
4.3.1 Köleleştirilen Toplayıcılar
4.3.2 İmparatorlar Anaerkil Çiftçilere Karşı
4.3.3 Evrensel Milletin Doğuşu
4.3.4 Yerleşik Çingenelerin Ortaya Çıkışı
4.3.5 Çingenecelerin Ortaya Çıkışı: Bir Silah Olarak Dil
4.3.5.1 Birinci Grup Çingene Dilleri
4.3.5.2 İkinci Grup Çingene Dilleri

SONUÇ
5. Sonuç
5.1 Tarihçiler İçin Sonuçlar
5.2 Kadınlar İçin Sonuçlar
5.3 Dilbilimciler İçin Sonuçlar
5.4 Çingeneler İçin Sonuçlar
5.5 İnsanlık İçin Sonuçlar


Yalnız bir çingeneye
Yürekli, güzel, inançlı bir insana
Doğruyu yalanların diliyle anlatana
Küf kokusuna, kurtlu kestaneye
Namus sözümdür
Söz arkadaş, unutulmayacaksın!


Teşekkür
Bu çalışma, her satırıyla yoğun bir emeğin ürünü olarak ortaya çıktı. 4 yıllık bir emek. 2 yılı beni
çingene kardeşlerimle buluşturan teorik çalışmalar, 2 yılı da mahallelerde yaptığım gözlemler… Sahip
olduğum bütün imkanları zorlayarak, yapabileceğimin en iyisini yapmaya çalıştım. Ne var ki bu
süreçte bana destek olanların katkıları olmasaydı, çalışmanın tamamlanması hiçbir şekilde mümkün
olmayacaktı. Çalışmamın başında onları anmadan geçmem haksızlık olur
Bana evlerini, sofralarını, yüreklerini açan Kuştepe, Küçükbakkalköy, Hacıhüsrev ve Hasanpaşalı
kardeşlerime, teyzelerime, dayılarıma, ağabeylerime;
Saha Araştırma Grubu ve Üniroman’da benimle birlikte çalışmış olan tüm arkadaşlarıma;
Vaktimin çoğunu alan çalışmalarımdan dolayı hak ettikleri ilgiden yoksun bıraktığım aileme;
Tahammülleri, sabırları, emekleri için sonsuz teşekkürler


Acelesi Olanlar İçin Özet
Çingene ne demektir? Dünyanın çok geniş bölgelerinde yaşamakta olan çok eski ve çok geniş bir
insan topluluğunun adıdır çingene. Almanlar zigeuner, Fransızlar tsigan, İspanyollar cigani derler.
Bütün bu sözcüklerin aynı kökten türediği açık seçik görülmektedir. Bütün bu kelimelerin kendisinden
türediği ana sözcük ise eski Yunanca’daki Athinganoi sözcüğüdür. Bu sözcük girdiği dillerde şekil
değiştirerek çingene, zigeuner, tsigan ve cigani olmuştur.
Çingene daha çok Avrupa ve Anadolu coğrafyasında kullanılan bir sözcük. Diğer coğrafyalarda
çingeneleri adlandırmak için farklı sözcükler kullanılmaktadır.
Çingene olmayanlar; çingenelerle ilgili öyle katı, öyle değişmez ve öyle evrensel önyargılara
sahiptirler ki bu önyargılar dünyanın her yerinde aynı sonucu doğurur. Çingenelerle çingene
olmayanlar arasına gözle görülmeyen sınırlar ortaya çıkar. Bu Hindistan ve Güney Doğu Asya’da
olduğu gibi daha açık seçik ve resmi olarak kabul edilen kast ayrımcılığı şeklinde de olabilir, dünyanın
diğer coğrafyalarındaki adı konulmamış gizli ve gayri resmi dışlama biçiminde de. Çingenelere dönük
bu tutum evrenseldir.
Bu zihniyetin temel çıkış noktası açık seçik bellidir. Çingeneler; hiçbir temasın söz konusu
olamayacağı kadar toplumun dışına itilmeli, adeta dokunulmaz kılınmalıdır.
Çingenelerle çingene olmayanları böylesine birbirinden ayıran nedir peki? Neyin sonucunda; binlerce
yıldır insanlık kendi öz kardeşlerine böylesine gaddar bir düşmanlığı, böylesine pervasız bir

6
acımasızlığı layık görebilmektedir. Bu yazının amacı her şeyden önce, biraz da bu acı dolu tarihin
perdesini aralayabilmek. Şimdiye kadar milyonlarca insan sessiz sedasız yaşadı acılarını. Şimdi bu
sessizliği biraz olsun kırmak, sorunları irdeleyip gerçekleri ortaya çıkarmak günümüz çingene
toplumunun özgüvenini yerine getirebilecektir.
Çingeneler dünyanın çok farklı coğrafyalarında yaşamaktadır. Özellikle, Orta Asya, Hindistan, Sri
Lanka, Orta Doğu ve Balkanlar coğrafyasında yoğun bir çingene nüfusu hayatını sürdürmektedir.
Farklı çingene grupları arasında çok ciddi ayrımlar mevcuttur. Kültür, dil, din, fiziksel görünüm gibi
pek çok açıdan gerçek bir zenginliğin varlığı ile karşılaşırız çingene toplumuna yakından bakarsak.
Değişik dilleri konuşan çingeneler vardır. Hristiyan, Müslüman veya Hindistan dinlerine bağlı
çingeneler vardır. Sarışın, beyaz tenli ya da çok esmer çingeneler vardır. Buna karşılık dünyanın her
yerinde çingenelerde ortak olan birkaç temel özellik göze çarpar.
1) Çingeneler dünyanın her yerinde; yaşadıkları toplumun en yoksul kesimlerinin parçasıdırlar.
Çingenelerin içinden ekonomik olarak avantajlı konumlara gelenler her zaman çıkmıştır. Ama
toplumun çoğunluğu dehşetli bir yoksulluğun içerisinde kıvranmaktadır.
Çingenelerin yoksulluğu onların binlerce yıl boyunca yapmak zorunda bırakıldıkları mesleklerinin
doğal bir sonucudur. Çingene meslekleri göçebe ve yerleşik çingenelere göre farklılaşır. Her halükarda
genelde düşük gelir getiren ve zor işlerdir çingene meslekleri.
Göçebe çingeneler; çingene olmayan göçebelere (Yörük, Kürt göçebeleri) ve köylülere elek, kalbur,
metal malzeme satışı, kalaycılık gibi işlerde çalışırlar. Çingene olmayan göçebeler sürü besleyerek
hayvancılık temelli bir geçim yolunu seçerken, göçebe çingeneler sürü beslemezler. Kimi zaman;
çingene olmayan göçebelerle birlikte hareket ederek onlarla ticari bir ilişki içine girerler. Bu çingene
grupları; sürekli olarak birlikte hareket ettikleri grubun zanaat ürünlerine olan ihtiyaçlarını karşılarlar.
Kimi zamansa mevsimlik olarak geldikleri köylerin çevresinde çadır kurarak, köylülere satış yaparlar.

7
Yerleşik çingenelerin meslekleri genellikle içinde yaşadıkları toplumlarda düşük gelir getiren işlerdir.
(Tütün işçiliği, hamallık, tuvalet bekçiliği, mezarcılık vs) Çingene olmayanların yapmak istemediği
insan sağlığına bir şekilde zararlı olan işler çingeneler tarafından yapılır. Ayrıca müzisyenlik,
dansçılık, çiçekçilik gibi yerleşik çingenelerin geleneksel olarak yapmayı tercih ettikleri meslekler de
vardır.
2) Çingene olmayanlarla çingene olanlar arasında yakın ilişkilerin kurulması çok güç olmaktadır.
Özellikle evlilik söz konusu olduğunda; çingene olmayanlar çingenelere ambargo koymaktadırlar.
İstisnaları bulunmakla beraber; çingene olmayanlardaki çingenelerle evlenilmemesi gerektiği
düşüncesi çok yaygındır. Bu yüzden hayatı kararan, çok büyük acılar çeken nice genç kız ve erkekler
olmuştur. Birbirini seven pek çok insanın mutluluğuna bu yüz kızartıcı ayrımcılık engel olmuştur.
4) Çingene toplumlarında; kadınların toplumsal yaşam içerisindeki konumu her zaman çingene
olmayan kadınların kendi toplumları içerisindeki konumundan farklıdır. Göçebeliği en saf haliyle
sürdüren çingene toplumlarında soy anne tarafından devam eder. Evlenen erkekler; evlendikleri
kadının aşiretine geçer. Kadınlara büyük bir saygı duyulur. Yerleşik çingenelerde durum biraz daha
karmaşıklaşır. Genellikle kadınlar evlendikleri erkeğin ailesinin yanına taşınır. Ama kadının toplumsal
kuvveti çingene olmayan kadınlara göre çok daha fazladır. Aile içerisinde ciddi bir ağırlığı vardır.
Göçebe çingenelerdeki kadınlara göre daha zayıf; çingene olmayan kadınlara göre daha kuvvetli bir
toplumsal konumda bulunmaktadır.
Bu ortak noktalar dünyanın her yerindeki çingeneleri birleştirmektedir. Bu noktalarda ortaklaştıkları
için dilleri, fiziksel görünüşleri ve hatta dinleri farklı pek çok çingene toplulukları arasında ilişkiler
kurulabilmektedir. Değişik çingene grupları arasında evlilikler bu sayede mümkün olabilmektedir.
Bugüne kadar çingeneleri anlamaya çalışan yaklaşımlar büyük ölçüde bu ortak noktaları görememiş
çingeneleri birleştiren ortak noktayı farklı şeylerde aramaya kalkmışlardır. Kimileri ortak bir bölgeden

8
gelmiş olmayı, kimileri göçebeliği kimileri ortak bir dili çingeneliğin temeli saymışlardır. Halbuki
bizim bu çalışmada göstereceğimiz gibi dili, kökeni farklı pek çok çingene grubu vardır ki bunlar
yukarıda saydığımız ortak özelliklere sahip oldukları için birbirleriyle ilişkiler kurmakta ve çingene
olmayanlar tarafından çingene olarak adlandırılmaktadır. Kimileri ise çingeneleri birleştiren ortak
hattın göçebelik olduğunu düşünmüşlerdir. Oysa ki çingenelerle hiçbir ortaklığı olmayan başka göçebe
gruplarda vardır. Bu gruplar çingene olarak adlandırılmaz, yerleşiklerle daha iyi ilişkileri vardır. Aynı
şekilde çeşitli bölgelerde göçebeliği çok uzun zaman önce bırakmış yerleşik çingene gruplarına da
rastlayabiliriz. Demek ki tek başına göçebe olmak da çingenelerin temel ortak noktası değildir.
Bizim sınıflandırdığımız özellikler ise tüm çingeneleri birleştiren ve çingeneleri çingene
olmayanlardan ayıran temel unsurlardır. Çingene araştırmalarında bugüne kadar bu zeminden yola
çıkılmadığı için hep ciddi açmazlarla karşı karşıya kalınmıştır. Söz konusu açmazları aşabilmek için
alternatif bir yaklaşımın gerekli olduğuna inanıyoruz.
Bizim olaya bakış açımızın temeli şu varsayımlara dayanmaktadır.
1) Çingeneler, tek bir coğrafyadan dünyaya yayılmış bir halk değildir. Dünyanın pek çok
bölgesinden gelmiş; farklı kökenlere sahip çingeneler vardır. Bu gruplar; yukarıda saydığım ortak
özellikleri taşıdıklarından birbirleriyle ilişkiler kurabilmekte, aralarında evlilikler mümkün
olabilmektedir. Çingeneler sıradan bir “millet” değildir. Çingeneler içlerinde çok farklı milletlerin
birleştiği, gerçek anlamda evrensel bir millettir. Evrensel millet; milliyetçi teorisyenlerin millet
olmanın temel vasfı kabul ettiği; siyasal bir örgütlenmenin yaratılmasına olanak sağlayacak iç
dayanışmaya fazlasıyla sahiptir. Buna karşılık onların düşündüklerinin aksine bu dayanışma
duygusuna; tarih veya dil birliği üzerinde ulaşmaz. Bu birliği sağlayan yukarıda açıkladığımız
sosyolojik ortaklıklardır. Binlerce yıl dokunulmazlar olarak dışlanmanın getirdiği kendinden olanı
sahiplenme duygusudur.

9
2) Çingenelerin arasında farklı fiziksel kökenlere sahip pek çok insan bulunmaktadır. Çingene
olmayanların önemli bir bölümünün zannettiği gibi çingene olmak demek esmer olmak demek
değildir. Çoğunluğu esmer olan bir çingene grubunun içerisinde beyaz tenli veya sarışın çingeneler
olabileceği gibi tamamı sarışın veya kızıl saçlılardan oluşan çingene grupları da vardır. Çingene
topluluğu bu kadar farklı fiziksel özelliklere sahip insanları içinde barındırması ile bir çiçek bahçesini
andırmaktadır. Bu zenginlik; çingene toplumunun en tartışmasız güzelliklerinden bir tanesidir.
3) Çingenelerin tek bir dili yoktur. Çingeneler arasında konuşulan pek çok dil vardır. Balkan
çingenelerinin dili Romani veya Asya’da konuşulan Domari, Lomari gibi ortak kökenden gelen diller
dışında; Abdalların, Geygellerin, Rudarilerin ve daha birçok farklı çingene grubunun konuştuğu farklı
kökenlerden gelen diller vardır. Bunların hepsi çingene kültürünün bir parçasıdır.
4) İnsanoğlunun; çingene olanlar ve çingene olmayanlar olarak ikiye ayrılması insanlığın en eski
problemlerinden bir tanesidir. Bu yazıda bu problemin ilk olarak nasıl ortaya çıktığı ve ortaya çıkış
nedenleri ayrıntılarıyla açıklanacaktır.
5) Çingenelerin dünyanın her yerinde karşı karşıya bulunduğu haksızlıklar insanlığın mutlaka
çözmesi gereken problemlerdir. Öz kardeşine; buçuk diyerek onu küçümsemek; aslında insanoğlunun
kendine yaptığı büyük bir hakarettir. Bu kara leke temizlenmelidir.
Şimdi düşüncelerimizi daha ayrıntılı bir şekilde ortaya koymaya çalışacağız. Öncelikle çingenelerin
kökenini açıklamaya çalışan geleneksel teorileri tartışalım.
2. Onlar Ne Diyor?
Çingenelerin kökenleri konusunda çingene olmayanların kafası her zaman karışık olmuştur. Önceleri
çingenelerin Zeugitana diye anılan bir Afrika eyaletinden geldikleri söylenir. Başkaları Kafir Julian’ın
Mezopotamya’daki Singara kentinden sürdüğü kaçaklar olduklarını ileri sürer. Bazıları ise onların

10
Kafkas dağlarından gelen Zoçoriler olduklarını ileri sürmüşlerdir. Bazı teorilere göre Moritanyalı
Çu’ların torunları oldukları akla yatkın gelmektedir. Büyük Charles’ın yenilgiye uğrattığı Avarlar ve
Peçeneklerin soyundan geldikleri bile ileri sürülebilmiştir.
Çingene olmayanlar için; çingeneleri açıklamanın en kolay yolu onların bir yerden gelmiş yabancılar
olduklarını düşünmekti. Çingenelerin içinde yaşadığı zor durumun çingene olmayanların
ayrımcılığından kaynaklandığını düşünmek yerine onların yabancı bir ülkeden gelen garip insanlar
olmalarına bağlamak vicdanlarını rahatlatmaktadır. Ayrıca bu şahıslar için dünyanın her yerine
dağılmış durumda bulunan çingenelere; bulundukları her yerde yabancı gibi davranılmasını açıklamak
başka türlü mümkün olamamaktadır. Oysaki çingeneler her vatanda yabancıdır.
İşte tüm bu geleneksel teorilerin en yenisi çingenelerin; tüm dünyaya Hindistan’dan yayıldığını iddia
eden teoridir. Bu teorinin temel dayanağı dilbilimdir. Günümüzde Balkan ve Anadolu çingenelerinin
bir bölümünün konuştuğu Romanes dili ile Hindu dili arasında bazı yakınlıklar tespit edilmiştir. Bu
benzerliklere dayanarak çingenelerin dünyaya yayılmaya başladıkları ülkenin Hindistan olması
gerektiği ileri sürülmektedir. Bu benzerlikler üzerinde duran dilbilimciler çingenelerin en erken 9. yy
civarında Hindistan’dan göç etmiş olması gerektiğini ileri sürerler.
Bu görüşü savunanlar kendi içinde çeşitli gruplara ayrılmaktadırlar. Erken dönem göç teorisini
savunanlar ve geç dönem göç teorisini savunanlar. Göçün 7.yy veya daha erken bir dönemde
başladığını savunanlarla, daha geç tarihlerde başladığını savunanlar arasındaki bu tartışma halen
devam etmektedir. Romanes dilindeki farklı dillerden gelen kelimelerin yoğunluğuna bakarak bu
gruplar kendi görüşlerini kanıtlamaya çalışırlar. Örneğin Farsça’nın yoğun bir şekilde Romanes’i
etkilemesi buna karşılık Arapça sözcüklerin bu dilde oldukça az olması dikkat çekmektedir. Oysaki
günümüzde Farsça’da çok sayıda Arapça sözcük bulunmaktadır. Buradan yola çıkarak çingeneler
Farsça konuşulan topraklara girdiklerinde Farsça’nın Arap etkisine girmediği sonucuna varırlar. Bu
da aşağı yukarı 7. yy’a denk gelmektedir. Bu ve benzeri akıl yürütmelerle yapılan çalışmalarda göç

11
tarihlendirilmeye çalışılır. Geç dönem göç teorisini savunanlarda buna karşılık benzer yöntemlerle
farklı tezler öne sürerek kendi görüşlerini kanıtlamaya çalışırlar.
Bir başka düşünce ise geç dönem göç teorisini biraz daha geliştirmeye çalışır. Bu teoriye tarihi
verilerle açıklık getirir. Buna göre 11. yy’da Gazneli Mahmut Hindistan’ı işgal ettiğinde; Hindistan’ın
en üst kastlarından Ksathriya askeri kastının üyeleri olan Rajput’ların Gazneli Mahmut’un ordusunu
yenilgiye uğrattığını, sonrada önüne katıp kovaladığını ileri sürer. Bunlar Roman çingenelerinin ataları
olmuşlardır. Bu teorinin yegane delili Romani ile Hindu arasında kurulan yukarıda andığımız türden
dilbilimsel benzerliklerdir.
Bu bahtsız teoriyi ortaya atan kişi ne yazık ki bir çingenedir. Bu teori o kadar bahtsızdır ki; en temel
bir gerçeği görmezden gelir. Çingenelerin atası olduğu varsayılan üst kastların üyeleri bugün
Hindistan çingenelerine dokunmayı en büyük kirlenme nedeni saymaktadır. Bu yüzden Hindistan
çingenelerine dokunulmaz denilmektedir.
3. Geleneksel Yorumların Yanlışları
Tüm bu teorilerin ortak noktası dili temel birleştirici unsur olarak ele almalarıdır. Sanki dünyadaki tüm
çingeneler bir tek dil konuşuyorlarmış gibi; o dilin kökenini bulduklarında çingenelerin kökenini de
bulmuş olacaklarını düşünmektedirler. Bu teoriler son derece zararlıdır ve sonuçları itibariyle
çingenelere zarar vermektedir, daha da verecektir. Ayrıca hiçbir şekilde gerçeklere
dayanmamaktadırlar.
Dünya çingenelerinin bir bölümünün konuştuğu Romanes dilinin Hindu dili ile önemli benzerlikler
taşıdığı doğrudur. Nitekim Romanes konuşan çingeneler Hindu dilini konuşanlarla belli düzeylerde
anlaşabilmektedir. Ne var ki Romanes bilmek, ya da ait olduğu çingene grubunun tarihinin bir
döneminde Romanes konuşup daha sonra unutmuş olması çingene olmanın tek şartı mıdır? Tarihi

12
boyunca hiç Romanes konuşmamış pek çok çingene grubunu, romanes konuşmadıkları için gerçek
çingene kabul etmemek doğru mudur?
Bu noktada bu teorilere verilecek en güzel karşılığın romanes konuşan ve konuşmayan tüm çingene
gruplarını birlikte değerlendirerek; gerçek ortaklıkları ortaya koymak olacağını düşünüyorum.
3.1 Birlikte Yaşam
Romanes konuşan çok sayıda çingene grubu vardır. Özellikle Avrupa coğrafyasında bu grubun ihmal
edilemeyecek kadar kalabalık olduğunu söylemeliyiz. Buna karşılık Avrupa’da, Anadolu’da, Arap
Yarımadası’nda, Hindistan ve Sri Lanka’da hiçbir şekilde Romanes veya onunla ilişkili bir dili
konuşmayan pek çok başka grup vardır.
Söz konusu farklı gruplar şaşırtıcı bir şekilde birlikte yaşamaktadırlar. Çingene olmayanlarla
çingeneler arasında her zaman bir mesafe vardır. Çingene olmayanlar çingeneleri ellerinden geldiğince
kendilerinden uzakta tutmaya çalışırlar. Oysa romanes konuşan ve konuşmayan çingene grupları
arasında hiçbir şekilde böylesine aşılmaz bir mesafe yoktur.
Örnekler çok fazla. Birkaç vurucu örnekle durum bütün açıklığıyla ortaya konulabilir.
Anadolu coğrafyasında yaşayan en önemli çingene gruplarından biri Abdallardır. Abdalların
Anadolu’da yaşamakta oldukları belli başlı bölgeler Bolu, Eskişehir, Denizli, Ankara, Konya, Antalya,
Adana, Gaziantep, Nevşehir, Kayseri, Sivas, Tokat, Yozgat, Sinop, Çorum illeridir. Ayrıca
Bulgaristan, Romanya, Yunanistan ve Suriye’de de abdallar yaşamaktadır. Orta Asya’nın çeşitli
bölgelerinde abdal grupları varlıklarını sürdürmektedir. Bu bölgelerde yaşayan halk abdallara çingene
demektedir. Çingene oldukları için dışlanan bir toplulukturlar.

13
Abdallar kendi aralarında özel bir dil kullanmaktadırlar. Bu dildeki 86 sözcüğün çoğu İran kökenli, az
bir kısmı Latin kökenli, az bir kısmı ise bilinmeyen bir kaynağa aittir. Doğu Türkistan’a kadar olan
bölgedeki abdal gruplarından bazılarının bu sözcükleri kullandıkları görülür. Gramer yapısı itibariyle
güney Türkçesi’ne benzer. Bu dil kesin olarak Romanes değildir.
Geçmişte büyük bölümü göçebe olan abdallar artık önemli oranda yerleşik yaşama geçmiştir. Belli
başlı geleneksel meslekleri ozanlık, müzisyenlik, kalaycılık, sepetçilik, elekçilik, sünnetçilik,
bohçacılık köçeklik, dilencilik, üfürükçülüktür. Göçebe olanlar çingene olmayan göçebelerle ve
yerleşik köylülerle ticari ilişki içerisinde bulunurlar.
Görüldüğü üzere Romanlarla Abdallar özellikle hayatlarını sürdürmek için yaptıkları meslekler
açısından açıkça benzeşmektedirler. Aralarında belki de ortak olmayan yegane nokta kendi aralarında
kullandıkları dildir. Romanlar Hint-Avrupa kökenli; Hindu gramerine dayanan Farsça, Ermenice,
Türkçe ve Avrupa dillerinden sözcüklerin karışık olarak kullanıldığı bir dil olan Romanes’i
kullanırken; Abdallar Ural-Altay kökenli; Türkçe gramere dayanan, Farsça, Romanes ve Kürtçe’den
gelen sözcüklerin karışık olarak kullanıldığı bir başka dili kullanmaktadır.
Dil farklılığı hiçbir şekilde derin bir kopukluk yaratmamaktadır. İstanbul örneğinde bile Romanlarla
Abdalların birlikte yaşadığı pek çok yerleşim bulunmaktadır. Bunlardan en eskisi olarak
Küçükbakkalköy örnek verilebilir. Bu bölgedeki eski çingene mahallesinde Romanlar ve Abdallar en
azından yarım yüzyıldır birlikte yaşamaktadırlar. Aralarında evlilikler olmaktadır. Çingene olmayanlar
için çingenelerle evlilik büyük bir tabuyken abdallar ve romanlar birbirleriyle evlenebilmektedir. Bu
durum çok yaygındır ve yeni sayılamayacak bir olgudur.
Anadolu coğrafyasında, bu şekilde birbirleriyle ilişkili tek çingene grubu abdallar ve romanlar
değildir. Farklı dilleri konuşan, farklı fiziksel özelliklere sahip ama aynı meslekleri yapan, birbirleriyle
evlenen, aynı yaşam alanını paylaşan pek çok farklı çingene grubu vardır. Burada sadece isimlerini
saymakla yetineceğiz. Geygeller, Göçebe Poşalar (Lom), Yerleşik Sivas Poşaları, Konya Larende

14
Trampetçileri, davulcular, mandacılar ve daha pek çok farklı grup. Tüm bu gruplar için yukarıda
anlattıklarımız genel olarak doğrudur.
Farklı çingene gruplarının bir arada yaşamaları ile ilgili Avrupa coğrafyasından da örnekler verebiliriz.
Yenische grubu bunlardan bir tanesidir. Bu grup Fransa ve Almanya’da yaşamaktadır. Genel olarak
sepetçilik, kalburculuk ve kalaycılık mesleklerini yapan; tipik bir göçebe çingene grubuna örnek
oluşturmaktadırlar. Kullandıkları dil; Yiddish (eskenazi), Rotwelsh, Romani ve Almanca’nın bir
karışımından oluşmaktadır. Özellikle Fransa’da Romanes’in bir lehçesini konuşmakta olan Manuş
Romanları ile aralarında çok sık evlilikler olmakta ve aynı yaşam alanını paylaşmaktadırlar.
Rudari’ler Romanya ve Bulgaristan’da yaşayan büyük bir çingene grubudur. Tahta oymacılığı ve
maden işlemek geleneksel mesleklerini oluşturmaktadır. Rumence’nin farklı sözcüklerle değiştirilmiş
bir lehçesini kullanmaktadırlar. Diğer çingene grupları ile yakından ilişkilidirler.
Avrupa’da yaşayan çingene grupları içerisinde buna benzer çok farklı örnek verilebilir. Şimdi belkide
konumuz açısından en kritik anlam taşıyan bölgeden örnekler vermeye geldi. Hindistan’dan.
Hindistan’da her anlamda çingenelerle benzerlik taşıyan pek çok grup vardır. Genel olarak bu gruplara
Dalit ya da dokunulmazlar adı verilmektedir. Ne var ki bu bölgede romanes konuşan çingene grupları
yoktur. Dalitlerle romanes konuşanların birlikte yaşadıklarından bahsedebilmemiz mümkün değildir.
Ama bir başka açıdan romanesle dil yapıları benzerlik gösterdiği için, çingenelerin atası kabul edilen
Kşathriya kastının yada genel olarak romanes’le benzer özellikler gösteren Hindu dillerini konuşan üst
kastlarla dalitlerin ilişkilerinden bahsedebiliriz. Çingenelerin Hindistan kökenli bir halk olduğunu
savunanların bazıları bu kastı çingenelerin atası kabul etmekteydi. Gelin hep birlikte bu sözde ataların
Hindistan çingeneleriyle olan ilişkilerini görelim

15
Hindistan’ın yerli halkları Dravid ve Sudric’lerdir. Bu halkların konuştukları dil günümüzde
Hindistan’da konuşulan dilden farklıdır. 3000 yıl önce Hindistan’ı istila eden Aryan’lar Hindistan’da
Kast Sistemi adı verilen bir sistem kurmuşlardır. Bu sistem 4 kasttan oluşuyordu. Kişi hangi kastın
üyesi ise onunla ilişkide bulunabiliyordu. Bir de daha ziyade Hindistan’ın yerli halkı Dravid ve
Sudric’lerin oluşturduğu kast dışı kabul edilen dokunulmazlar vardı. Bu sistem günümüze kadar
varlığını devam ettirmiştir.
Domlar Hindistan’da yaşayan çok farklı sayıdaki dokunulmaz gruplarından bir tanesinin adıdır.
Meslekleri müzisyenlik, sepetçilik ve nalbantlıktır. Domlarda diğer dokunulmaz grupları gibi
Hindistan’ın yerli halkı Dravid kökenlidir. Romanes konuşan çingenelerle Domların dilleri farklıdır.
Hindistan’da Romanes’le benzer özellikler gösteren dilleri konuşan üst kast üyeleri domlara karşı en
insanlık dışı uygulamaları layık görmektedirler. Bunlara göre bir domla bırakın evlenmek el ele
tutuşmak bile çok ciddi bir kirlenmeye neden olacaktır. Yani gerçek anlamda Hindistan çingeneleri
olarak kabul etmemiz gereken bu insanlarla; çingenelerin atası olduğu iddia edilen bu kastın hiç arası
yoktur.
Romanes konuşmak çingenelerin ortak özelliği kabul edildiğinde ortaya anlaşılması güç bir manzara
çıkmaktadır. Bu fikri savunanlara göre birlikte yaşayan, evlenen, aynı meslekleri yapan, çingene
olmayanlar tarafından romanes konuşup konuşmadığına bakılmaksızın çingene diye adlandırılan,
çingene olduğu için hor görülen tüm diğer gruplar çingene değildir. Ama hiçbir geleneksel mesleği
yapmayan, bulundukları toprakların çingenelerini dışlayan, bırakınız birlikte yaşamayı çingenelerle
fiziksel temastan bile çekinen üst kasttan bir grup Hindu çingenelerin atasıdır.
Görüldüğü gibi çingenelerin kökenini; dili ortak özellik kabul ederek bulmaya çalışmak komik
sonuçlara yol açmaktan başka bir işe yaramamaktadır. Çingenelerin atası olduğu iddia edilen bu
sosyetik Hintlilerle, onlarla aşağı yukarı aynı dili konuşan bir romanes çingenesini bir araya getirelim.
Acaba yakın bir dil konuşmaları onların arasındaki ayrımı ortadan kaldıracak mıdır? Hiç şüpheniz
olmasın, Sosyetik Hintli hemen sen bir dokunulmazsın uzak dur benden diyerek horlayacaktır

16
Romanes konuşan çingeneyi. Oysa ki romanes konuşmayan bir Hindistan çingenesi, bir dalit; çok kısa
zamanda romanes konuşan kardeşi ile sıcak bir ilişki kuracaktır. Hiçbir ortak dil bilmeseler bile
gözlerindeki aynı ezilmişlik, aynı acı onları dostlukların en güzelinde birleştirecektir.
Peki öyleyse gerçekten nedir bu kadar farklı kökenden insanı bir araya getiren şey?
3.2 Çingene Topluluklarında Kadının Rolü
Çingene topluluklarını birleştiren en önemli ortak noktalardan biri; kadının toplum içerisindeki
konumudur. Abdal, geygel, poşa hangi gruptan olursa olsun bütün çingene gruplarında kadının
konumu, çingene olmayan topluluklarda kadının konumundan farklıdır.
Bu konu söz konusu olduğunda yeterli yazılı kaynak mevcut değildir. Çingene kadınları ile ilgili
söylenenler genellikle yüzeysel gözlemlerin sonucunda ortaya atılmış, her yerde kullanılabilecek
beylik laflardır. Bizim vardığımız noktayı bu yüzden büyük oranda yazılı kaynaklar değil; çingene
toplulukları içerisinde yaptığımız çalışmalarımız ve kişisel gözlemlerimiz belirlemektedir.
Yine de sınırlı da olsa çingene toplumlarında kadının sahip olduğu farklı konum ile ilgili kimi bilgiler
yazılı kaynaklara girebilmiştir. Bu kaynaklardan 19. yy Transilvanya’sında; evlenen erkek
çingenelerin evlendikleri eşlerinin klanına geçtiklerini öğreniyoruz. Aynı şekilde Anadolu’daki göçebe
çingenelerde bu kuralın geçerli olduğu kaynaklarda geçmektedir. Yani göçebe çingenelerde soy anne
tarafından geçmektedir; çocuk annenin adını almaktadır.
Çingenelerin lanetlendiğini anlatan efsaneler ana soyundan geçme ile ilgili kanunlardan
bahsetmektedir. Buna göre çingeneler lanetlendikleri için çocuklar analarının adını almaktadır. Bu
büyücüler tarafından yapılmış bir lanetin sonucudur. Bu efsaneler gerçekte nereden kaynaklandığı
anlaşılamayan bir olayı kendilerince açıklamak için uydurulmuşlardır. Hindistan çingenelerinin atası
olan Dravidlerin dini tanrıça tapımıdır. Tanrıça inancı çok eski bir dindir. Soyun ana tarafından geçtiği
toplumlarda; kutsal varlık erkek olarak değil dişi olarak düşünülmektedir.

17
Konuyla ilgili bir başka örnek; kendisi de aynı kökenden gelen bir gazetecinin Anadolu’daki çingene
gruplarından biri olan geygellerle ilgili anlattıklarıdır. Buna göre geygellerde çocuklar “Emine’nin
oğlu”, “Fatma’nın kızı” şeklinde ana adıyla birlikte çağrılmaktadır.
Bütün çingenelerde anaerkillik bu kadar net bir biçimde ortaya çıkmamaktadır. Özellikle yerleşik
çingenelerde kadının özel konumunu görebilmek için daha yakından bakmak gerekir.
Çoğu grupta; soyun doğrudan anadan geçtiğine dair bilgiler bulunmasa da tüm gruplarda kadının
toplumsal yapı içerisindeki konumunun çingene olmayan kadınların konumundan çok farklı olduğunu
görebiliriz. Abdalların tüm gruplarında kadın toplumsal hayata katılmakta ve çalışma yaşamının bir
parçası olmaktadır. Abdal kadınları; yaşadıkları bölgelerdeki çingene olmayan kadınlar gibi
erkeklerden kaçmazlar. Poşalarda genel olarak geleneksel meslek elekçiliktir. Poşa erkekleri elek
yapar, kadınlar ise köy ve kasabalarda gezerek elek satarlar. Çingene olmayanlarda kadının
çalışmasının eğitimli gruplar için bile yeni olduğu düşünülürse poşa çingenelerinde yüzlerce yıldır bu
durumun var olması çok ilginçtir. Hindistan çingeneleri olan Dalitlerde; Hint toplumunun genelinde
kadına uygulanan bazı baskıcı gelenekler görülmez. Dalit kadınları çalışma yaşamının bir
parçasıdırlar.
Bizim kişisel gözlemlerimizden çıkardığımız sonuç tüm çingene toplumlarında kadının özel bir
konumu olduğudur. Göçebelerde bu çok net bir şekilde ortadadır. Göçebeliğin en saf halinde soyun
anadan geçtiği görülür. Bu toplumlarda kadına duyulan saygı çok büyüktür. Topluluğun iç
meselelerinde kadınların görüşleri çok ve belirleyicidir.
Yerleşik çingenelerde; kadının ayrıcalıklı konumu biraz daha geri plana itilmiştir. Çingene
olmayanlarla çok daha yakından temas etmek durumunda kalan yerleşik çingeneler; zaman içerisinde
çingene olmayanların geleneklerini benimsemek zorunda kaldıklarında; soyun anne tarafından
geçmesi yerleşiklerde genel olarak görülmemektedir. Ayrıca kent yaşamının sıkıntılarının, işsizliğin ve

18
çingene olmayanların yaptığı ayrımcılıkla sürekli karşı karşıya kalmanın getirdiği gerilim;
yerleşiklerde ister istemez öfke patlamalarına neden olur. Bazen kadınlar arasında kavgalarda ortaya
çıkar, bazen karı koca kavgasında. Zaman zaman bu durum fiziken güçlü olan erkeğin kadına yönelik
şiddetine de dönüşebilir. Her halukarda; yerleşik çingenelerde bu tip olaylar benzer şartlarda yaşayan
çingene olmayan insanların yaşadıklarına göre daha azdır. Yerleşik çingene kadını topluluk içerisinde
gücünü kaybetmez. Ailede her zaman ayrıcalıklı bir ağırlığı vardır.
Tüm çingene gruplarında değişmeyen olgu; çingene olmayanlarda daha farklı kadın ve erkek
kişiliklerinin ortaya çıkmasıdır. Çingene kadını genel olarak; güçlü, problemler karşısında paniğe
kapılmayan, liderlik vasıfları gösteren, gerektiğinde erkeklerle kavga etmekten çekinmeyecek bir
kişiliğe sahiptir. Bu kişilik; çingene olmayanlar tarafından anlaşılamaz. Çingene erkeği ise; kadının
kişiliğine saygı duyan, onun da insan olduğunun bilincinde olan, çingene olmayan erkeklerden farklı
olarak güzellikler karşısında duygulanıp bu duygularını ortaya koyabilen, diğer insanlarla oldukça
kolay ilişki kurabilen bir yapıdadır. Bu farklı kişilikleri ortaya çıkaran; çingenelerin çingene
olmayanlardan farklı olan aile yapılarıdır.
Çingenelerdeki bu farklı kişilik özellikleri; dünyanın neresinden gelmiş olursa olsun, hangi dili
konuşuyor olursa olsun çingeneleri birleştiren bir özelliktir. Tüm çingenelerde ortak olan bu durum
çingenelerin gerçek tarihlerinin anahtarıdır. Şimdi bu gerçek tarihin perdesini aralayalım.
4. Çingenelerin Gerçek Tarihi.
Çingenelerin tarihi şu ya da bu ülkede başlamaz. İnsanoğlunun yaşadığı en eski yerleşim bölgelerinin
tamamı çingenelerin tarihinin başladığı noktalardır. Birden fazla yerleşim bölgesinde yaşanan tarihsel
olaylar bugünkü çingene toplumlarının ortaya çıkmasının sebebi olmuşlardır.
Bu tarihi değerlendirmek için insanlığın en eski dönemlerine kadar geriye gitmemiz gerekmektedir.

19
4.1 İlk İnsanlar
İnsan toplumları yeryüzünde var olduğu günden beri ekmek kavgası vermektedir. Bir şekilde
hayatlarını sürdürebilmek için bir takım faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu faaliyetlerin ilki
toplayıcılıktır.
Toplayıcılık doğada kendiliğinden yetişen çeşitli bitkilerin, toplanarak kabilede ortaklaşa bir şekilde
tüketilmesi anlamına gelmekteydi. Çingeneler için toplayıcılık hiç de yabancı gelen bir kavram
değildir. Özellikle göçebeler ve göçebeliği yakın dönemde bırakanlar; sık sık kırlarda labada,
ebegümeci gibi çeşitli bitkileri toplayıp bunlardan değişik yemekler yapma alışkanlığını
kaybetmemişlerdir. İşte bu toplayıcılık döneminde toplumsal yapı oldukça farklı bir şekilde
örgütlenmişti.
Toplayıcılık; kadının ve erkeğin beraberce çalışabileceği bir iştir. Fiziksel güç farkının bir önemi
yoktur. Bu yüzden bu dönemde kadınlar ve erkekler beraberce çalışmaktadırlar. Kadın ve erkek;
ekonomik hayatta birlikte olduklarından, erkeğin kadını ekonomik gücünü kullanarak ezmesi mümkün
olamaz.
Öte yandan bu dönemde tabiatın zorluklarına beraberce göğüs gerebilmek için nüfusun belli bir
düzeyin altına inmemesi gerekliydi. Bu durum, doğurganlığı ile öne çıkan kadını çok önemli
yapıyordu. Hayatın kaynağı olarak görülen kadınlar büyük saygı görmekteydi. Bütün bu sebeplerden
dolayı soy anne tarafından devam etmekteydi.
Zaman içerisinde; mızrak, ok, yay gibi araçların geliştirilmesi ile beraber avcılık ön plana çıkmaya
başladı. Avcılık fizik gücü dolayısıyla erkeğin ön plana geçtiği bir sistemdi. Yayı güçlü germek,
mızrağı daha uzağa atmak hep kaba kuvvete dayanan işlerdi. Bu kuvvet ise erkekte vardı. Bu dönemde
toplumlar iki temel faaliyetin etrafında geçimlerini sürdürdüler. Toplayıcılık ve avcılık. Bu dönem bir
bakıma kadın ve erkek arasındaki güç ilişkisinin dengede olduğu bir zaman aralığı oldu. Toplayıcılığın

20
etkisi azalıp avcılık belirleyici hale geldikçe kadının konumu sarsılmaya başladı. Çünkü artık erkeğin
hakim olduğu ekonomik faaliyet daha önemli geliyordu. Erkeğin ekonomik gücü arttıkça toplumdaki
ağırlığı da arttı.
Ekonomik faaliyetler çeşitlenmeye devam etti. Toplayıcılık yapan kadınlar kısa zamanda bitkilerin
nasıl yetiştiğini, tohumların bitkiye nasıl dönüştüğünü keşfettiler. Bu sürecin kontrol altına
alınabileceğini keşfeden kadınlar bir bakıma tarımın mucidi oldular. Tohumları kullanarak, daha önce
topladıkları kendiliğinden yetişen bitkileri diledikleri alanlarda kontrollü bir biçimde ürettiler.
Avcılıkla bağlantılı olarak zaman içerisinde toplumlar sürü beslemeyi ve çobanlığı da keşfettiler.
Böylelikle; insan topluluklarının önünde hayatlarını devam ettirmek için yapabilecekleri belli başlı 4
ekonomik faaliyet vardı. Toplayıcılık, avcılık, çobanlık, tarım. Çevre koşulları hangisine izin veriyorsa
o ekonomik faaliyet ön plana çıktı. Doğal olarak iyi sulanan bölgelerde küçük çaplı bahçe tarımı
yapılmaya başlandı. Bu ekonomik faaliyeti yapan topluluklar geçimlerini devam ettirebilecek kadar
sınırlı tarım ürünleri yetiştirebiliyorlardı. Daha kurak bölgelerde, çöl bölgelerinde ise çobanlık ön
plana çıktı.
4.2 Kadının İkinci Plana İtilmesi
Toplayıcılığın yerini diğer ekonomik faaliyetlere bırakması zamanla kadının toplumdaki ağırlığını
sarsmaya başladı. Ne var ki bu süreç her yerde aynı hızda gerçekleşmedi.
Ağırlıklı olarak çobanlıkla geçinen halklarda ana soyundan gelmenin ortadan kalkması çok hızlı ve
keskin bir şekilde gerçekleşti. Kadınlar egemenlik altına alınarak güçleri kırıldı. Eski toplumun güçlü
kadın kişiliğinin yerine zayıf, kişiliksizleştirilmiş bir kadın tipi getirildi. Dünyanın her yerinde avcılık
ve çobanlığın uzun sürdüğü ve ağır bastığı toplumlarda kadının bastırılması daha belirgin bir biçimde
oldu. Avcılık ve çobanlık kaba kuvvete dayandığı; başlangıçtan beri erkeğin sahip olduğu av araçları
ile gerçekleştirilebildiği için erkeğin ekonomik gücünün artmasına neden oldu.

21
Buna karşılık nemli bölgelerde yaşayan topluluklar ağırlıklı olarak bahçe tarımı yoluyla geçinmeye
başladılar. Kadınların ekonomik yapı içerisindeki konumunu bir süre daha korumasına olanak veren
bu yapıda eski gelenekler bir süre daha varlığını sürdürdü. Çünkü bahçe tarımında kadın toplayıcılık
döneminde bitkilerle edindiği deneyimler sayesinde üretim faaliyetinin merkezinde yer alıyordu.
Hangi bitkinin hangi toprakta yetişebileceği gibi teknik bilgilere kadınlar sahipti. Buralarda kadınlar
yine eski güçlü kişilik yapısını çok fazla yara almadan koruyabildiler. Erkeğin kadın üzerindeki
mutlak tahakkümü bahçe tarımının geliştiği bölgelerde gerçekleşmedi.
Bu iki ekonomik faaliyetten hangisinin öne çıktığı kadının toplumdaki konumunu belirledi. İklim ve
çevre şartlarının durumuna göre topluluklar bahçe tarımını ya da çobanlığı tercih etmekteydiler. Daha
nemli bir iklim yapısına sahip olan Güneydoğu Asya, Hindistan coğrafyası ve Akdeniz kıyılarında
bahçe tarımı ön plana çıktı. Bu topraklar kadınların güçlü olduğu kültürlere ev sahipliği yaptılar. Buna
karşılık Orta Asya ve Orta Doğu coğrafyası ağırlıklı olarak kurak çöl iklimi özelliği gösteriyordu. Bu
bölgelerde yaygınlaşan çobanlık; kısa sürede kadınların tamamıyla kişiliksizleştirilip toplumdan
dışlandığı kültürleri meydana getirdi.
Erkeğin belirleyici olduğu toplumsal yapılar ve kadının güçlü olduğu toplumsal yapılar pek çok açıdan
farklılıklar göstermekteydi. Birincisi erkeğin toplumdaki üstünlüğü; avcılıktan beri gelişen savaş
aygıtlarına dayanmaktaydı. Çobanlık ve avcılıkla gelişen toplumlarda toplumun varlığının devamını
sağlayan şey savaş kabiliyeti olduğundan; şiddet ve savaşçılık giderek daha fazla toplumun temel
özelliği haline geldi. Ayrıca bu topluluklar sürü beslemekteydiler. Sürülerini otlatabilecekleri büyük
alanlar için diğer ataerkil kabilelerle savaşmak zorundaydılar. Bu özellik onlara savaşçı bir karakter
kazandırmıştı. Bu savaşçı yapıya asabiyet adı verilmektedir. Bu sözcük; erkeklerin tahakküm ettiği
toplumlarda; aynı soydan gelenlerin sahip olduğu savaşçı ve dayanışmacı kuvvete verilen isimdir.

22
Buna karşılık kadınların güçlü olduğu gelenekleri koruyan toplumların temel ekonomik faaliyeti bahçe
tarımı ve toplayıcılıktır. Bu toplumlarda savaşçı özellik belirleyici bir yer tutmaz. Temel değerler
doğurganlık, toplumsal uyum, üretimde yaratıcılık gibi özelliklerdir.
4.3 Çingenelerin Tarihi Başlıyor
İnsanlık bu bahsettiğimiz çeşitlilik düzeyine ulaştığında aynı zamanda çingenelerin tarihi de başlamış
oluyordu. Artık dünyada giderek azalan sayıda toplayıcı, avcı-toplayıcı, avcı toplumların yanı sıra;
çobanlık yapan ve bahçe tarımı ile uğraşan toplumlar vardı. Çingenelik olgusunun ortaya çıkması işte
tam bu dönemde iki temel biçimde gerçekleşti.
1)Çobanlık yaparak yaşayan, saldırgan bir asabiyete sahip olan toplumlar birbirleriyle çeşitli
gerekçelerle savaşmaktaydılar. Bu sırada çevrelerinde henüz toplayıcılık yada avcı-toplayıcılık
döneminin başlangıç safhalarında bulunan gruplar vardı. Bu gruplar onlar gibi savaşçı ve saldırgan bir
özellik göstermiyorlardı. Bundan istifade eden kabileler; henüz toplayıcılık yapmakta olan kabileleri
egemenlikleri altına aldılar.
Onları kendileriyle seyahat etmeye zorlayarak ya da toplayıcılık yapmaları için gerekli alanlara
girmelerini engelleyerek ciddi bir kıskaca aldılar. Bu topluluklar artık kendi doğal mesleklerini
yapamamaktaydılar. Bu koşullarda yapabilecekleri bir tek şey kalıyordu. Kendilerini egemenlik altına
alan toplumlarla ticari bir ilişki içerisine girmek.
Toplayıcılık döneminde çeşitli doğal kaynakları kullanarak değişik ürünler yapmayı öğrenen bu
gruplar oldukça zengin bir kültür yaratmışlardı. Topladıkları çeşitli bitkileri kamp yerine götürmekte
zorlanan toplayıcı kabileler kamışlardan sepet örmeyi öğrenmişlerdi. Bunun gibi pek çok ihtiyaç
onları yaratıcı buluşlar yapmaya zorlamıştı.

23
İşte şimdi bu buluşlar onlara hayatlarını devam ettirebilmelerini sağlamaktaydı. Zanaatla uğraşmaya
vakti olmayan savaşçı çoban kabileye; sepetçilik, demircilik, kalaycılık gibi temel ihtiyaç
maddelerinin üretilmesinde yardımcı olacaklardı. Bunun karşılığında ise kabile; toplayıcıların asgari
yiyecek maddesine ulaşmasını sağlayacaktı. Toplayıcılar, çoban kabilelerle zorunlu bir iş ilişkisine
girmişlerdi. Bir anlamda çoban kabileler tarafından köleleştirilmişlerdir.
Çoban kabile toplayıcı kabileyi kendisi ile beraber seyahat etmeye zorlarken veya onun toplayıcılık
işini yapabileceği alanlara girmesini engellediğinde aslında onu kendi çevresinde bir takım zanaat
ürünleri satarak yaşamını sürdürmeye mahkum etmekteydi. Ne var ki bir yandan da toplayıcıların
kendi toplumunun içerisine tamamen girmesini istemiyordu. Çünkü kadınların güçlü olduğu, farklı
erkek ve kadın kişiliklerine sahip olan bu topluluk kendi asabiyetine, savaşçı ruhuna zarar verebilirdi.
Her şeyden önce zor gücüyle mahkum ettiği bu insanlara karşı alttan alta belli etmediği bir korku
duyuyordu. Bu yüzden onun kendi toplumuyla bütünleşmesine izin vermedi. Kendisine bağlı ama
güvenli bir uzaklıkta yaşamaya mahkum etti.
Savaşçı çoban kabilelerin hızla ortaya çıktığı Orta Doğu ve Orta Asya’da bu olay; ataerkil çoban
kabilelerin çevrelerindeki toplayıcı kabileleri çingeneleştirmesi şeklinde ortaya çıktı. Kendileri ile aynı
kökenden gelen, aynı dili konuşan bu insanlar; kadına saygı duyan bir kültürün parçası oldukları ve
barışçı bir karakter taşıdıkları için köleleştirildiler. Artık onlar çingeneydi.
2)Asabiyet sahibi çoban kabileler; yendikleri diğer kabileleri egemenlik altına alarak büyük güçler
haline geldiler. Bu büyük güçler giderek daha geniş alanlara yönelmeye, fetihçi bir politika izlemeye
başladı. Orta Doğu ‘nun merkezi devletlerini oluşturdular.
Böylelikle Orta Asya ve Orta Doğu’dan yola koyulan çoban kabileler halen bahçe tarımı ile uğraşan
kadınların güçlü olduğu topluluklara büyük saldırılar düzenlediler. Bu saldırılarda ele geçirdikleri
anaerkil toplulukları köleleştirdiler. Kendi orduları ve kabileleri ile beraber onları yanlarında
sürüklemeye başladılar. Bu gruplar tıpkı diğerleri gibi zanaat ürünleri meydana getirerek kabile ve

24
ordunun ihtiyaçlarını karşılamaya başladılar. Yer yer bu gruplar kale ve benzeri yapıların inşaatlarında
çalıştırıldı.
Ana soyundan gelmenin güçlü olduğu Akdeniz kıyıları, Hindistan ve Güney Doğu Asya bu fetihlerden
fazlasıyla nasibini aldı. Daha sonraki dönemlerde büyük devletlere ait topraklar; başka ataerkil
kabileler tarafından işgal edildiğinde; bu kabileler daha önceki kabilelerin çingeneleştirdiği gruplara el
koyarak kendileri ile beraber hareket etmelerini sağladılar.
Bunun sonucunda büyük bir nüfus hareketi meydana geldi. Akdeniz kıyıları, Güneydoğu Asya ve
Hindistan’dan getirilen çingeneleştirilmiş gruplar Orta Doğu ve Orta Asya’nın kıyılarına dağıldılar.
İkinci yolla çingeneleştirilenler büyük gruplar halinde hareket etmekteydiler. Birinci yolla
çingeneleştirilenler ise daha küçük gruplar halindeydiler. Hindistan ve Güneydoğu Asya’dan getirilen
gruplar en kalabalık çingene gruplarını oluşturmaktaydı. Zira buralarda anaerkil kabileler çok geniş bir
alana yayılmışlardı. Bu olaylar, sadece Hindistan’da değil; bahçe tarımına dayalı ekonominin
yaşandığı ana soylu toplulukların olduğu diğer bölgelerde de gerçekleşmiş; büyük gruplar halinde
çingeneler farklı bölgelere sevk edilmişti.
Yukarıda sıraladığımız iki farklı yoldan; insanlık çingeneler ve çingene olmayanlar şeklinde ikiye
bölünmüştür. Dünyanın farklı bölgelerinden gelen, ama çingene olmayanlar tarafından tahakküm
altına alınmış olan çingeneler çeşitli bölgelerde birbirleriyle karşılaştılar. Belki dilleri farklıydı. Belki
ten renkleri farklıydı. Ama aynı ana soyundan gelme geleneğini paylaşıyorlardı ve aynı meslekleri
yapmak zorundaydılar. Kısa sürede birbirleriyle kaynaştılar. Aralarında çok sık evlilikler oldu.
Giderek farklılıklar kayboldu tek bir topluluk haline geldiler.
Çingeneler kendilerini köleleştirenlerin dillerini bildikleri gibi aynı zamanda kendilerini korumak için;
efendilerin anlayamayacağı karışık dillerde ortaya çıkarmışlardır. Bu diller genelde hem sözcük hem
de kelime haznesi itibariyle karışım dillerdir. Nasıl ki çingeneler içlerinde pek çok farklı milletten

25
insanları barındıran evrensel bir milletse; aynı şekilde çingenelerin konuştuğu dillerde pek çok farklı
dilden kelimeleri içlerinde barındıran evrensel dillerdir.
5. Sonuç
Çingeneler herhangi bir ülkeden dünyaya yayılmış tek bir halk değildir. Çok farklı gruplardan insan
grupları çingenelerin içerisinde bulunmaktadır. Çingene gruplarının tek bir dili yoktur. Çingeler
tarafından konuşulan pek çok farklı dil vardır ve bunların hepsi çingene kültürünün ortak bir
parçasıdır. Ortak zenginliğidir.
Çingeneleri birleştiren asıl ortak noktaları yaptıkları geleneksel meslekler, içinde bulundukları
toplumlar tarafından sürekli olarak dışlanmaları ve çingene toplumlarında kadınların sahip oldukları
özel konumdur. Bu özellikler tüm çingene gruplarında ortak olduğundan; farklı fiziksel özelliklere
sahip, farklı anadilleri konuşan çingene grupları birlikte yaşayabilmektedir. Günümüzde yaşayan pek
çok çingenenin ataları arasında; romanlar, poşalar, abdallar gibi farklı gruplardan çingeneler
bulunabilmektedir.
Çingene toplulukları ortak bir tarihe sahiptir. Bir yanda Orta Doğu ve Orta Asya’da yaşamlarını
sürdürmekte olan kadına saygılı toplayıcı grupların; kadınları kişiliksizleştirip ezen çoban topluluklar
tarafından hakimiyet altına alınması çingeneliğin başlangıcı olmuştur. Çoban topluluklar;
toplayıcıların doğal bir şekilde kendi gelişimlerini sürdürmelerini engelleyerek, onları kendilerine
bağlı bir şekilde zanaat ürünü satmak zorunda bırakmışlardır. İkincisi savaşçılıklarıyla devletleşen
kabileler; bahçe tarımı yaparak hayatlarını sürdüren kadına saygılı toplumların yaşadığı Akdeniz
kıyıları, Güneydoğu Asya ve Hindistan’a büyük seferler düzenlemişlerdir. Buradaki topluluklar
çingeneleştirilmiş; yine aynı kadere mahkum edilmiş büyük gruplar halinde çeşitli bölgelere sürgüne
gönderilmişlerdir.

26
Kadını kişiliksizleştiren bu topluluklar çingeneleri kendi topluluklarının etrafında yaşamaya mahkum
etmişlerdir. Öte yandan onların kendine özgü; kadına saygı duyan barışçı kültürlerinin kendi
insanlarını etkilemesinden endişe ettikleri ve gizliden gizliye çingenelerden korktukları için, onların
toplumun içine girmesine izin vermemişlerdir. Çingeneler en köhne mahallelerde, köylerin kenarında,
birlikte göç ettikleri kabileden uzakta yaşamaya zorlanmışlardır. Böylelikle çingenelerin hayatı,
sürekli bir zindan hayatına dönüştürülmüştür. Ne kendi geçmişlerine dönmeleri mümkün olabilmiştir,
ne de çingene olmayanlarla aynı hayatı yaşamalarına izin verilmiştir. Çingeneler iki arada bir derede
kalmışlardır.
Çingeneler kendilerini köleleştirenlere karşı gerektiğinde kendilerini savunmak için gizli diller
meydana getirmişlerdir. Bu diller, tıpkı çingene topluluğun farklı insan gruplarının karışımından
meydana gelmesi gibi farklı dillerin karışımından meydana gelmişlerdir. Balkanlarda kimi grupların
konuştuğu Romanes’te Hindu gramer yapısının ve söz haznesinin ağırlıkta olması; bu dilin ilk
oluştuğu çingene grubunun içerisinde Hindu çingenelerinin ağırlıkta olduğunu göstermektedir. Ama
zamanla başka kökenlerden pek çok çingene grubunun bunlarla karışması günümüzdeki karışık kelime
dağarcığını meydana getirmiştir. Aynı şekilde Abdalların dilinde ağırlıklı olarak Türkçe gramerin
hakim olması; başlangıçta dilin ortaya çıktığı çingene grubunun içerisinde Orta Asya kökenli
çingenelerin çoğunlukta olduğunu göstermektedir. Ama bu dildeki, Romani, Kürtçe ve Farsça
sözcükler başka gruplardan çingenelerle ilişki içerisine girdiklerini göstermektedir. Tabi ki yeni
sözcükler sadece diğer Çingene gruplarından değil aynı zaman ilişki içinde bulunulan çingene
olmayan insanlardan da gelir.
Çingeneler içlerinde insanlığın neredeyse bütün farklı unsurlarını barındırmaktadırlar. Tarihsel olarak
barışçı bir kültüre sahiptirler. Savaş asla bir amaç olmamıştır çingeneler için. Kadınlar çingene
toplumunda saygı duyulan bir konumdadır. Çingene olmayanlarda kadın bir süs eşyası konumuna
indirilmiş, kişiliği ezilmiş ve kırılmıştır. Çingene kadınları ise güçlü kişilikleri ile kendi toplumlarının
önünde yer alırlar. Çingene erkekleri, çingene kadınlarıyla beraber daha güçlü olurlar. Bu iki kişilik;
kadın ve erkek birbirlerini besleyerek hayatın zorluklarına beraberce katlanırlar.

27
İnsanlık günümüzde; sınıf farklarının, ayrımcılığın, hoşgörüsüzlüğün acı sonuçları ile karşı karşıyadır.
Gözü dönmüş savaşçı zihniyetin karşısında ayakta durabilmek için; insanlık barışçı, doğayla uyum
içerisinde, iktidar, eşitsizlik tanımayan bir yaklaşıma ihtiyaç duymaktadır. Ne büyük bir şanstır ki tüm
bunlar çingene kültürünün; en doğal en temel özellikleri arasındadır. Hiç şüphesiz bir gün tüm
insanlık, binlerce yıldır horladığı, kendisinden saymadığı çingenelerin aslında insanlığın geleceği için
ne kadar önemli olduğunun farkına varacaktır. Çingenelerin bir ayağı insanlığın en uzak geçmişinde,
bir ayağı ise en güzel geleceğindedir. Bir gün gelecek herkes çingene olmak isteyecek, herkes çingene
olacaktır!

28
BİRİNCİ BÖLÜM
1. Giriş
Çingene ne demektir? Dünyanın değişik bölgelerinde yaşamakta olan büyük bir insan topluluğunun
adıdır çingene. İnsanların yaşadığı her toprak parçası çingenelere vatan olmuştur. Çok geniş bir
coğrafyada yaşamışlar, yaşadıkları her coğrafyanın ayrılmaz bir parçası olmuşlardır.
Çingeneler, insanlığın yazılı olmayan tarihine damgalarını vurmuşlardır. İlk çağlardan beri kalaycılar,
demirciler, elekçiler, tahta işlemecileri, tenekeciler, sepetçiler, müzisyenler olarak insanlığa büyük
faydalar sağladılar. Çingenelerin ataları olan bu ilk zanaat ustaları olmasaydı binlerce yıl boyunca
insanların hayatı olduğundan çok daha zor olurdu. Ne yazık ki çingenelerin insanlığa yaptığı bu eşsiz
katkı bugün büyük ölçüde unutulmuştur.
Çingenelere Hırvatlar Tsigani, Romenler Tigan, İşveçler Zigenere, Almanlar Zigeuner, Fransızlar
Tsiganes1, Gürcüler Adsincani, İtalyanlar Zingari, Macarlar Ciganyok, Polonya’lılar Cyganie, Çekler
Cikan2 derler. Genel olarak kabul edilen bir görüşe göre tüm bu sözcükler aynı kök kelimeden
türemişlerdir. Bu sözcük biçim değişikliğine uğrayarak hemen bütün Avrupa dillerine girmiştir.3
1 Kenrick, Donald, ÇİNGENELER GANJ’DAN THAMES’E, Homer Kitabevi, İstanbul 2006 sf 47
2 http://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87ingene
3Avraham, Sandor THE TRUE ORİGİN OF ROMA AND SİNTİ, http://www.imninalu.net/Roma.htm,
White, Karin, METAL WORKERS, AGRİCULTİRİSTS, ACROBATS, MİLİTARY PEOPLE AND FORTUNE
TELLERS ROMA (GYPSİES) İN AND AROUND THE BYZANTİUM EMPİRE, http://www.isidore-ofseville.
com/goudenhoorn/72karin.html

29
Kök kelimenin ne olduğu konusunda farklı görüşler ortaya atılmıştır. Bataillard, sözcüğün Herodot
tarafından anlatılan Anadolu kökenli Sigynnoi halkının isminden türediğini düşünmüştür. Bu görüş
aynı zamanda çingenelerle, geç dönem Bizans yazarlarının bahsettiği zanaatçı Komodromoi’ler
arasında bağ kurar. Başkaları sözcüğün, Perslere bir ait bir çeşit müzik aleti olan Chang’dan türediğini
düşünmüşlerdir. Çingenelerin Hindistan’dan dünyaya yayıldıklarını iddia eden görüşün
yaygınlaşmasıyla bir başka görüş ön plana çıkar. Rienzi ve Trumpp tarafından Kuzey Doğu
Hindistan’da yaşayan bir halk olan Changarlarla çingeneler arasında bir bağlantı olabileceği
düşünülür. Araştırmacılar tarafından en yaygın kabul gören görüş ise Miklosich tarafından ortaya
atılan çingene ve çeşitli dillerdeki aynı kökten türemiş diğer sözcüklerin Bizans İmparatorluğu’nda
yaşayan bir topluluğun adı olan athinganoi’den kaynaklanmış oldukları yaklaşımıdır.4 Athinganoi
sözcüğü kelime anlamı olarak dokunulmaz demektir.5
Athinganoi’lerin kimliği konusunda tarihçiler arasında kesin bir uzlaşma yoktur. Kesin olarak bilinen
yegane olgu ise 9. yy’da Bizans İmparatorluğu topraklarında yaşamış olduklarıdır. Kimi tarihçiler asıl
athinganoi’lerin büyü ve falcılıkla ilgilenen bir çeşit mistik tarikat olduğunu öne sürerler. Onlara göre
daha sonra çingenelere bu ismin verilmesi, Bizanslılar tarafından iki grup arasında, gizem sanatı ile
uğraşma yönünden benzerlik kurulmasından kaynaklanmıştır.6 Kimileri ise ilk Athinganoi’lerin de
çingene olabileceklerini, aksini doğrulayan kanıtların mevcut olmadığını iddia ederler.7 Ne olursa
olsun, daha geç dönemlere gelindiğinde, Athinganoi sözcüğüyle günümüz çingenelerinin atalarının
anlatıldığı kesindir. Nitekim bu dönemde yazılmış çeşitli yazılı kaynaklarda; Athinganoi’lerin fal ve
4 http://www.1911encyclopedia.org/Gipsies
5 ROMANİ CUSTOMS AND TRADİTİONS: POPULAR MYTHS ABOUT ROMA,
http://www.geocities.com/~patrin/myths.htm,
6 White, Karen, a.g.e
7 Avraham, Sandor THE TRUE ORİGİN OF ROMA AND SİNTİ, http://www.imninalu.net/Roma.htm

30
büyü ile ilgilenmenin yanı sıra, çeşitli hayvanları kullanarak (ayı ve yılan) halkı eğlendirdiği8 ve
sepetçilik, demircilik gibi geleneksel çingene mesleklerini yaptıkları anlatılır.9
Çingene daha çok Avrupa ve Anadolu coğrafyasında kullanılan bir sözcük. Başka coğrafyalarda
yaşayan halkların dillerinde ise aynı dışlayıcı anlamı taşıyan çok sayıda farklı sözcük yer almaktadır.10
Çingeneler dünyanın her yerinde yaşamakta, birlikte yaşadıkları halklar tarafından değişik biçimlerde
adlandırılmaktadır.
Günümüzde çingeneleri sıradan bir millet olarak kabul eden görüşün büyük bir yaygınlık kazanması;
çingenelerin dünyanın her yerinde yaşamakta olduğu gerçeğinin göz ardı edilmesine yol açmaktadır.
Pek çok insan çingenelerin sadece Avrupa ve Orta Doğu’da yaşadığını düşünmektedir. Onlara göre
dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan küçük çingene grupları Avrupa ve Orta Doğu’dan dünyaya
yayılmış göçmen gruplardır.
Biz bütünüyle farklı bir temel önerme ile yola çıktık. Çingenelerin dünyanın her yerinde yaşayan
evrensel bir topluluk olduğuna inanıyoruz. Çingeneler yaşadıkları çoğu bölgede göçmen değil
yerlidirler. Çingeneler tek bir merkezden dünyaya yayılmamışlardır. Çingenelerin tarihi çok
merkezlidir. Farklı coğrafyalarda farklı zamanlarda başlamıştır. Çingene sözcüğü bu evrensel sosyal
gruba verilen isimlerden sadece biri, Avrupa ve Orta Doğu’da, eski Doğu Roma İmparatorluğu
8 Maguire Henry, BYZANTİNE MAGİC, Dumbarton Oaks Trustees for Harvard University Washington, D.C.
1995 sf 102
9 Legacy of Sojourn of Roma in Byzantium in Roma language, http://romani.uni-graz.at/rombase/cgibin/
art.cgi?src=data/hist/origin/byzanz.en.xml
10 Athinganoi sözcüğünde türemiş sözcükler Orta Doğu, Orta Asya ve Avrupa coğrafyasında çok
yaygınlaşmışlardır. Özellikle Roma İmparatorluğu’nun en geniş sınırlarına ulaştığı alanda sözcüğün yaygın bir
kullanım alanı olduğu görülmektedir. Dünyanın diğer bölgelerinde başka sözcükler kullanılmaktadır; Hindistan:
Chandala ;http://en.wikipedia.org/wiki/Chandala chura, bhangi, neech, kanjjar
http://en.wikipedia.org/wiki/Dalit_(outcaste); Japonya; Burakamin http://blhrri.org/index_e.htm ,
http://en.wikipedia.org/wiki/Burakumin ,BaekJeong; http://en.wikipedia.org/wiki/Baekjeong . Çeşitli
kaynaklarda dünyanın çok farklı bölgelerinde bu çalışmada belirleyici ortak nokta olan olarak kabul edilen
özellikleri taşıyan çok sayıda grubun var olduğu dile getirilmektedir. Buna rağmen bu çalışmanın yazarında;
çingenelik olgusunun özellikle Balkanlar, Orta Doğu ve Orta Asya coğrafyasında özel bir yaygınlık taşıdığı
düşüncesi hakimdir.

31
coğrafyasında kullanılanıdır. Dünyanın farklı bölgelerinde, sayısız başka adlandırmayla
karşılaşabiliriz.
Hindistan çingeneleri genel olarak dokunulmaz olarak adlandırılırlar. Bu sözcüğün Hintçesi
günümüzde “politik olarak doğru bulunmadığından” kullanılmamaktadır. Bunun yerine Dalit ya da
Gandi tarafından dokunulmazlara verilen Harijan sözcüğü kullanılır. Dalit özellikle, dokunulmazları
temsil eden örgütlenmeler tarafından tercih edilen bir adlandırma biçimidir. Hindistan ve Güney Doğu
Asya’da çok sayıda farklı çingene grubu bu sözcükler kullanılarak adlandırılır. 11Japon çingenelerine
Burakamin denilir.12 Burakamin’ler Japonya’da 2 milyona yaklaşan bir nüfusa sahiptirler. Güney
Doğu Asya’da sahil şeridinde yaşayan deniz çingenelerine Chao-Men ya da Chao-Ley gibi çok farklı
isimler verilmiştir. 13 Aynı şekilde yerel çingene grupları; Bangladeş’te Methor, Burkina Faso’da
Bellah, Kenya’da Watta, Moritanya’da Haratin, Nijerya’da Omoni, Ruanda’da Twa, Senegal’de
Nyamakalaw, Somali’de Tumal, Sri Lanka’da Rodi sözcükleri kullanılarak adlandırılırlar. 14
Çalışmamın içerisinde anlatımı kolaylaştırmak amacıyla söz konusu gruplar için genel olarak çingene
sözcüğünü kullanacağım. Bu bölgelerde yaşayan çingene kardeşlerim beni affetsinler. Zira bu
metinde, farklı coğrafyalarda yaşamakta olan tüm bu grupların bir bütün oluşturduklarını öne
süreceğim. Bugüne kadar insanoğlunun büyük insan gruplarını tanımlamakta kullandığı; millet,
ümmet, kabile, cemaat gibi tanımların hiçbirisinin karşılayamadığı kendine özgü bir bütün: Evrensel
Millet. En az diğerlerinin sahip olduğu kadar, siyasal olarak örgütlenme ve temsil hakkına sahip olan
bir insan topluluğu çingeneler.
Çingene olmayanlar; çingenelerle ilgili öyle katı, öyle değişmez ve öyle evrensel önyargılara
sahiptirler ki bu önyargıların yarattığı dışlanma ilişkisi dünyanın her yerinde benzer şekillerde
11 www.untouchables.org
12 http://en.wikipedia.org/wiki/Burakumin
13 http://en.wikipedia.org/wiki/Moken
14 Diyakar, Paul, GLOBAL EXİSTENCE OF CASTE-BASED AND DESCENT-BASED DİSCRİMİNATİON,
www.idsn.org/Documents/caste/pdf/c_PaulDivakar.pdf - Ek Sonuç -

32
adlandırılır.15 Bu dışlamanın sonucunda çingenelerle çingene olmayanlar arasında gözle görülmeyen
sosyolojik bariyerler ortaya çıkar. Bu bariyerler kadim zamanlara kadar uzanmaktadır. İnsanoğlunun
kendi türünden kardeşlerine yaptığı haksızlıklar içerisinde en eski olanlarından bir tanesi çingenelere
yapılandır.
Çingenelerle çingene olmayanları böylesine birbirinden ayıran nedir peki? Neyin sonucunda; binlerce
yıldır insanlık kendi öz kardeşlerinden başka bir şey olmayan çingenelere; böylesine anlamsız bir
ayrımcılığı layık görebilmiştir. Tam da bu noktayı kurcalamayı amaçlıyoruz. Acaba, bugüne kadar;
efsanelerin acımasız, kadim bir lanetle açıkladığı sosyal bir olguyu; sosyal bilimin araçlarıyla
irdelemek; bizi nereye götürebilir?.
Bu noktada çingenelerle ilgili yapılmış mevcut çalışmalardan farklı bir bakış açısını ortaya koyacağız.
Herkesin şu veya bu gerekçeyle bu kadar yoğun bir biçimde ilgilendiği bir konuda; genelin aksi yönde
bir fikir belirtmek her zaman güç bir iştir. Sonuçta her fikir, bir şekilde güncel toplumsal gelişmelerde
araçsallaşır. Siyasal oluşumlar, kitle örgütleri ya da resmi kurumlar bu fikirleri alıp alet çantalarına
atarlar. Lazım olduğunda fikirler çantadan çıkarılıp kullanılır. Bir fikir bir kez; birileri için siyasal
mücadelenin aracı haline geldi mi onu tartışmak çok güçtür. Aksi yönde bir tez ortaya atmak ya da
fikri geliştirmeye çalışmak, sizi otomatik olarak birilerinin gözünde karşı tarafın saflarına itecektir.
Bizim çalışmamızın da böylesi bir tepki yaratması şaşırtıcı olmayacak. Çalışmamızı, bu türden
sonuçlarına hazır olarak kaleme aldık.
Mevcut literatürü incelediğimizde; çingenelerle ilgili yapılan çalışmaların bilerek ya da bilmeyerek
benzer araçları kullandıklarını fark ederiz. Öncelikle çingene diye adlandırılan; çingene diye
adlandırılmanın sonucu olarak çingene olmayanlar tarafından çingene oldukları için dışlanan
insanların konuştuğu çok sayıdaki dilden yalnızca biri olan Romani dili tüm çingenelerin tek dili
15 Özellikle Hindistan’da ve Eski Roma İmparatorluğu coğrafyasında kullanılan sözcüklerin eşanlamlı olması
şaşırtıcıdır. Athinganoi sözcüğünün dokunulmaz anlamına geldiğini daha önce belirtmiştik. Aynı şekilde
Hindistan’da yaşayan çingeneleri adlandırmakta kullanılan genel sözcük de dokunulmaz anlamına gelmektedir.
http://en.wikipedia.org/wiki/Dalit_%28outcaste%29 ,
http://www.dalitnetwork.org/go?/dfn/who_are_the_dalit/C64

33
şeklinde ele alınır. Abdoltili16, Helebi17, Lugha18, Rudari19 dili gibi çingeneler tarafından konuşulan
diğer diller göz ardı edilir. Oysaki bu diller de işlevleri itibariyle Romani ile benzerdirler. Çingenelerin
çingene olmayanların tehditkar davranışlarından kendilerini korumalarını, sözlü kültürlerini devam
ettirmelerini sağlayan gizli bir işleve sahiptirler.
İkinci olarak; aynı koşullarda yaşamalarına, birbirleriyle binlerce yıldır akrabalık ilişkileri
kurmalarına, farklı diller konuşmalarına rağmen çingene olmayanlar tarafından çingene diye
adlandırılmalarına bakılmaksızın Romani konuşmayanlar gerçek çingene olarak kabul edilmezler. Bu
en iyi niyetli adlandırmayla safdil bir davranıştır. Farklı dilleri konuşan çingene gruplarının nasıl iç içe
geçtiklerini göz ardı eder. Oysaki bu iç içe geçme durumu karma aileler oluşturacak kadar yaygın ve
derinlemesinedir. Bu karma yapının sonucu olarak pek çok çingene için atalarının tek bir dili
konuştuğunu iddia etmek imkansız hale gelmiştir. Anne ya da babası farklı çingene gruplarından gelen
çok sayıda çingene vardır. Tam da bu yüzden kentlerde uzun zamandır yerleşik yaşayan çingenelerin
hangi gruplardan geldiğini tespit etmek neredeyse imkansızdır. 20
Son olarak Romani dilinin sözcük haznesi ve gramer yapısı itibariyle Hint dilleri ile olan bağlantısına
bakılarak; bütün çingenelerin kökeni Hindistan ilan edilir. Bunları apriori kabul eden araştırmacılar;
kendi aralarında söz konusu gizemli göçün tarihi ve koşulları ile ilgili olarak tartışır dururlar. Yukarıda
sıraladığım bu üç temel önerme ise tabudur. Tartışılmaz. Tartışanlar entelektüel tecrite maruz bırakılır.
Çingenelerin evrensel davasına ihanet etmiş dönekler muamelesi görürler. Oysaki asıl bu yaklaşımın
sahipleri, çingenelerin büyük gövdesi ile Romanları birbirinden ayırıp Romanları küçük bir etnik
azınlık durumuna getirerek çingenelerin siyasal gelişimine büyük bir darbe vurmaktadırlar. Dünyanın
her yerindeki çingene nüfusu çingene olmak Romani konuşmaya bağlı olarak tanımlandığında en
16 Kenrick, Donald, a.g.e, sf 98
17 a.g.e, sf103
18 a.g.e, sf 98
19 Fonseca, İsabel, BENİ AYAKTA GÖMÜN, AyrıntıYayınları, İstanbul 2002, sf 200
20 Bu noktada, İstanbul’un değişik çingene mahallelerinde yaptığım gözlemlerin bu tezi doğruladığını
belirtmeliyim. Kimi eski çingene mahallelerinde; tamamıyla farklı çingene gruplarının bir arada karma aileler
kurduğu örnekler sayıca çok fazladır. En azından Ihlamur Vadisi’ni çevreleyen eski çingene mahallelerinde
karma aileler, tek bir çingene grubundan gelen ailelerden daha fazladır.
Bu konuda sosyologlar tarafından yeni çalışmaların yapılması gerekmektedir.

34
azından % 50 daha az gözükecektir.21 Hatta, Avrupa ve Orta Doğu dışındaki coğrafyalarda hiç çingene
olmadığı bile iddia edilebilir!
Tüm bu çabaya daha yakından baktığımızda olan bitenin entelektüel faaliyetten çok daha fazlası
olduğunu görebiliriz. Günümüzde çingenelerle ilgili çalışan araştırmacıların yaptıkları şey tüm
uluslaşma süreçlerinde temel olan; ortak bir tarih anlatısının kurgulanması ve dilin standardize
edilmesidir. Başlangıçta çingene olmayan araştırmacılar tarafından başlatılan bu süreç günümüzde
çingene araştırmacıların da katılımıyla büyük bir hızla ilerlemektedir.
Çingenelerin “dostları” ve bazı çingene entelektüeller, tarihte gözlemledikleri uluslaşma süreçlerini
taklit etmeye çalışmaktadırlar. Alman ulusunun, Fransız ulusunun ya da İtalyan ulusunun ortaya
çıkışında; tarih yazımı ve dilbilimin oynadığı rolü bu kez çingeneler için tekrarlamaya gayret
göstermek büyük bir basiretsizliktir. Çünkü bu milletler, millet olmadan öncede millete özgü bazı
özellikleri gösteren insan topluluklarıydı. Tüm bu süreçlerde temel olan yakın bir coğrafyada yaşayan,
benzer bir dil ailesinden gelen dilleri kullanan, aşağı yukarı benzer bir tarihsel hafızayı taşıyan bir
tarihsel unsurun, ön-milletin varlığıdır. Oysaki çingeneler, çok geniş bir coğrafyada yaşamakta; çok
sayıda farklı dil ailesinden gelen dilleri kullanmakta ve birbirinden çok farklı tarihsel geçmişleri
kolektif hafızada barındırmaktadır. Bu özellikleri ile çingeneler, ön-milletlere özgü uluslaşma
araçlarıyla dönüştürülemezler. Evrensel millet22 olarak çingenelerin tarih sahnesine çıkışı bütünüyle
başka araçlarla gerçekleşecektir.
Çingeneler böyle bir inşa sürecine konu olamazlar. Millet aslında; kendi içerisinde çok ciddi
sosyolojik ayrımları barındıran; kültürel bir birliktir. Bu birlik, ortak tarih, ortak dil gibi unsurlara
dayanır. Buna karşın; ulusların içerisinde sosyo-ekonomik gelir farklılıkları, kast ya da sınıf
farklılıkları gibi temel ayrımlar mevcuttur. Çingeneler ise ulusları birleştiren faktörler söz konusu
21 Hemen her nüfus sayımında “kimler çingenedir?” sorusu ortaya çıkmaktadır. Bu noktada kendini çingene
olarak tanımlamak, konuşulan dil gibi farklı kriterler kullanılması sonucu çingenelerin nüfusu bir türlü tam
olarak tespit edilememektedir.
22 Tümüyle yeni bir kavram olan evrensel milleti bu çalışmanın ilgili bölümlerinde daha ayrıntılı bir şekilde
tartışacağız.

35
olduğunda bir birlik teşkil etmezler. Çingeneleri birleştiren olgu daha çok sosyolojiktir. Uluslar; dil ve
tarih birliğine dayanırlar. Bu birlik mevcut değilse siyasi otorite tarafından yaratılır. Ne var ki
çingeneler; dil, kültür ve tarih çeşitliliği içerisinde doğal ve sosyolojik bir birliğe sahiptirler.
Kimileri; bu yaklaşımı fazla sınıfsal bulabilirler. Sınıf, en azından Marksistlere ait analizlerde
ekonomik belirleyiciler tarafından örgütlenen insan toplulukları olarak tanımlanır. Üretim araçlarının
sahipleri hakim sınıflar, bunların mülkiyetine sahip olmadan kullananlar ise ezilen sınıfları oluşturur.
Her üretim tarzında farklı hakim ve ezilen sınıflar vardır. Kölecilik döneminde “özgür insan ile köle”,
feodalizm döneminde “bey ile serf”, kapitalizmde ise “burjuvazi ve proletarya” ezen ve ezilen sınıflar
olarak karşı karşıya gelmişlerdir.23
Bu çerçeve temel alındığında, çingeneleri bir sınıf olarak değerlendirmek çok güçtür. Çünkü
çingeneler; Marksistlerin yaşandığını varsaydıkları tüm farklı üretim tarzları boyunca var olmuşlar ve
aynı ekonomik faaliyetleri sürdürmüşlerdir. Bu kadar uzun bir zaman aralığı boyunca çingenelerin var
olmuş olması çingeneleri Marksist anlamda bir sınıf olarak değerlendirmemizi engellemektedir. Aksi
halde her üretim tarzı değişiminde ortaya yeni bir sınıfın çıkması gerekirdi.
Öte yandan bu çalışmanın ilerleyen bölümlerinde ayrıntılı bir biçimde tartışacağımız gibi çingeneler
sıradan bir millet olarak da değerlendirilemez. Ön-millet ve sınıf karşılaştırıldığında çingeneler,
köklerinin çok derin bir tarihsellik içermesi açısından ön-millete, kendi toplumsal yapıları içerisinde
büyük ölçüde ekonomik bir bütün oluşturması bakımından ise sınıfa daha yakındır. Her halukarda
çingeneler bu iki kavramın da üstündedirler.
Çingeneler dünyanın çok farklı coğrafyalarında yaşamaktadırlar. Özellikle, Orta Asya, Hindistan, Sri
Lanka, Orta Doğu ve Balkanlar coğrafyasında yoğun bir çingene nüfusu hayatını sürdürmektedir.
Farklı çingene grupları arasında çok ciddi ayrımlar mevcuttur. Kültür, dil, din, fiziksel görünüm gibi
23 Marks, Karl, Engels, Fredrich, KOMÜNİST MANİFESTO,
http://www.kurtuluscephesi.com/marks/manifesto.html

36
pek çok açıdan gerçek bir zenginliğin varlığı ile karşılaşırız çingene toplumuna yakından bakarsak.
Değişik dilleri konuşan çingeneler vardır. Orta Doğu, Orta Asya veya Hindistan dinlerine bağlı
çingeneler vardır. Sarışın, beyaz tenli ya da çok esmer çingeneler vardır. Buna karşılık dünyanın her
yerinde çingenelerde ortak olan birkaç temel özellik göze çarpar. İşte bu ortaklıklar çingeneleri
birleştiren sosyolojik birliğin zeminidir. Hayatın içerisinde; farklı coğrafyalardan gelen çingeneler bu
zeminde birleşirler. Bu zemin, 3 başlık altında özetlenebilir.
1) Çingeneler dünyanın her yerinde; yaşadıkları toplumun en yoksul kesimlerinin parçasıdırlar.
Çingenelerin içinden ekonomik olarak avantajlı konumlara gelenler her zaman çıkmıştır. Ama
toplumun çoğunluğu dehşetli bir yoksulluğun içerisinde kıvranmaktadır. Ekonomik olarak avantajlı bir
konum elde eden unsurlar; çok nadiren çingene kimliklerini koruyabilmişlerdir.
Bu durum tamamıyla tarihsel nedenlerden kaynaklanmaktadır. Çingeneler binlerce yıldır aynı
meslekleri yapmaktadırlar. Bu meslekler aynı zamanda çingenelerin toplumun geneliyle kurdukları
ilişkiyi belirlemektedir. Çingenelerin meslekleri ile olan ilişkisi açık bir biçimde mahkumiyet
ilişkisidir.
Göçebe çingeneler; çingene olmayan göçebelere (Yörük, Kürt göçebeleri) ve köylülere elek, kalbur,
metal malzeme satışı, kalaycılık gibi işlerde çalışırlar. Çingene olmayan göçebeler sürü besleyerek
hayvancılık temelli bir geçim yolunu seçerken, göçebe çingeneler sürü beslemezler. 24 Kimi zaman;
çingene olmayan göçebelerle birlikte hareket ederek onlarla ticari bir ilişki içine girerler. Bu çingene
grupları; sürekli olarak birlikte hareket ettikleri grubun zanaat ürünlerine olan ihtiyaçlarını karşılarlar.
Kimi zamansa sıcak mevsimlerde geldikleri köylerin çevresinde çadır kurarak, köylülere satış
yaparlar. Burada özellikle vurgulanması gereken nokta çingenelerin tarım ve hayvancılık gibi temel
üretim faaliyetlerinin dışına itilmiş olmasıdır. Çingeneler; göçebe ve yerleşik tarımsal toplulukların
zanaat ürünlerine olan ihtiyaçlarını karşılarlar. Kelimenin her iki anlamıyla da tam bir mülksüzlük
24 Svanberg, Ingvar, Marjinal Gruplar ve Gezginler, TÜRKİYE’DE ETNİK GRUPLAR, Tüm Zamanlar
Yayıncılık, İstanbul, 1992, sf271-272

37
durumu içerisindedirler. Mülksüzdürler çünkü ekonomik üretimin temelleri olan sürü ve topraktan
tamamıyla yoksundurlar. Mülksüzdürler çünkü; mülk yani devlet25, tarımsal topluluklarla kurduğu
ilişkiyi çingenelerle kurmamaktadır. Çingeneler yaşadıkları her yerde otoriteler tarafından tehlikeli
olarak görülmüşlerdir. Çoban göçebelerden her zaman büyük devletler için yararlı gözüken yöneticiler
ve askerler çıkmıştır. Çingenelerin başına ise devlet kuşu bir türlü konmak bilmemiştir. Eski bir
Anadolu halk deyişi “Tahtadan maşa, abdaldan paşa olmaz” der. Devlete olan bu uzaklık yoksunluk
durumunun süreklileşmesine katkıda bulunmaktadır.
Yerleşik çingenelerin meslekleri genellikle içinde yaşadıkları toplumlarda düşük gelir getiren işlerdir.
Çingene olmayanların yapmak istemediği insan sağlığına bir şekilde zararlı olan ya da dinsel kurallar
gereği onaylanmayan işler çingeneler tarafından yapılır. Konuyu netleştirmek için birkaç küçük örnek
verebiliriz. Türkiye’nin İç Anadolu coğrafyasında, çoğunluk nüfusu oluşturan sünni türkmenler için
dans ve müzik uzun yıllar hoş karşılanmayan etkinliklerdi. Düğünlerde erkekler hemen hiç oynamaz,
kadınlarsa kendi aralarında gizli gizli dans ederlerdi. Burada yapılan düğünlerde çoğunlukla genç
abdal çingenelerinden olan erkek dansçılar, köçekler sahneye çıkar dans ederlerdi. Köçeklik birçok
çingene genci için onur kırıcı bir deneyim olmuştur. Her şeyden önce köçekler kadın giysileri
içerisinde dans ediyorlardı. Ergenliğe yeni atmış genç insanlar için hem çingene olmayanların gözünde
düştükleri durum hem de kendi içlerinde yaşadıkları trajik karmaşa tek kelimeyle korkunçtur.26
Bir başka örnek yüzyılımızın başında özellikle Balkanlar ve Anadolu’da önemli bir iş kolu olan tütün
işçiliğidir. Tütün işçiliği; kullanılan maddeler ve emek yoğun özelliği nedeniyle emek piyasasının
ayrıcalıklı kesimleri tarafından tercih edilmeyen bir meslektir. Nüfus mübadelesinden sonra
Türkiye’ye gelip hayatını sürdürmeye başlayan pek çok roman çingenesi bu sektörde çalışarak
hayatlarını kazanmışlardır. Tütün işçilerinin geneli de ağırlıklı olarak romanlardan oluşuyordu.27 Tütün
25 Büyük yapıtında (Mukaddime), İbn-i Haldun; Orta Doğu’nun kendine özgü devlet yapısını bu sözcüğü
kullanarak tanımlamaktadır.
26 Akman, Haşim, GÖNÜL DAĞINDA BİR GARİP “NEŞET ERTAŞ KİTABI”, TİŞ yayınları, İstanbul, 2006 sf
42-43-44
27 Belli Sevim, ZEHRA KOSOVA ÖLDÜ, http://www.ozgurpolitika.org/2001/08/29/hab16.html

38
işçisi çingeneler yazları Anadolu’ya dağılıp tarım işçisi olarak çalışıyorlardı. 28 Bunlar gerçek anlamda
tam bir yoksulluk içerisinde yaşıyorlardı.
Örnekler çoğaltılabilir; çingenelerin yapmak zorunda kaldıkları meslekler arasında cellatlık, ölü
gömücülük ve hatta deri atölyeleri için köpek boku toplayıcılığı bile vardır.29Ayrıca müzisyenlik,
dansçılık, çiçekçilik gibi yerleşik çingenelerin geleneksel olarak yapmayı tercih ettikleri meslekler de
sayılabilir.30 Bu noktada yerleşik çingenelerin; her türlü zor iş için değerlendirilebilecek sürekli bir
ucuz işgücü konumunda olduklarını görürüz. Sürekli açlık sınırında yaşayan yerleşik çingenelerin bu
türlü işlerde çalışmak için ikna edilmeleri hiç de zor olmamaktadır.
Burada temel soru çingenelerin neden çingene olmayanların çalıştığı işlerde çalışamadıklarıdır? Neden
bu kadar az memur, doktor, avukat çingene görebiliyoruz? Çingenelerin göçebe ruhu ve
tembelliğinden bahseden her türlü ırkçı açıklamayı bir kenara atalım. Bunlar olsa olsa ırkçı
gevezeliklerdir ve hayatın içinde yapılan küçük bir gözlemle bile çürütülebilir. Çingeneler istihdam
edildikleri takdirde kurbağa toplayıcılığı, kağıt toplayıcılığı, tütün işçiliği gibi her türlü emek yoğun ve
düşük gelirli işte çalışmayı kabul ettiklerine göre sorun emek arzında değil emek talebindedir. Ayrıca
şansın ve kişisel çabalarının yardımıyla farklı noktalara gelen çingeneler imkan verildiğinde; her türlü
kalifiye işte başarılı olabileceklerini kanıtlamışlardır. Çingenelerle çingene olmayanları birbirinden
ayıran görünmez bariyerler bu noktada da devreye girmekte; çingenelerin çingene olmayanların
çalıştıkları işlerde çalışmasını sınırlamakta, engellemektedir. Daha sonra bu bariyerlere tekrar geri
döneceğiz.
2) Çingenelerle çingene olmayanları ayıran toplumsal bariyerler her sosyal ilişkide çok etkilidirler. Bu
noktada en çok evlilik ilişkileri ön plana çıkmaktadır. Çingene olmayanlar; çingenelerle yapılan
28 Akgül, Hikmet, ŞOFÖR İDRİS, Yar Yayınları, İstanbul 2004 sf 21
29 Alpman, Nazım, a.g.e, sf 55
30 Peter Andrews, TÜRKİYE’DE ETNİK GRUPLAR, Tüm Zamanlar Yayıncılık, İstanbul, 1992, sf 197

39
evliliklere çok şiddetli bir biçimde karşı çıkmaktadırlar.31 Tarih bu ayrımcı eğilimin yarattığı pek çok
trajediye tanıktır. Çingene olmayanların çingenelerle evliliği her yerde ve her zaman sorunlu bir konu
olmuştur. Bu durumun sadece ırkçı politik eğilimlerden ve resmi politikalardan kaynaklanmadığı
açıktır. Çingene olmayanlar doğrudan doğruya kültürel bir refleksle çingenelerle evliliğe karşı
çıkmaktadırlar. Buna karşılık; hangi dili konuşursa konuşun, hangi kültürden gelirse gelsin, hangi fizik
özelliklerine sahip olursa olsun farklı çingene gruplarından gençler arasında evlilik çok yaygındır.
Bu noktada İstanbul’daki çingene mahallelerinden birinde dinlediğim şu küçük anekdot fazlasıyla
açıklayıcı olacaktır kanaatindeyim. Ekonomik durumu; ortalamanın üstünde olan bir çingene genci,
çingene olmayan bir kızla evlenmek ister. Gençler kendi aralarında anlaşırlar. Çingene gencin ailesi
gelinlerini kolaylıkla benimser. Buna karşılık kızın ailesi durumu kabullenmek istemez. Mahalleye
birkaç kez baskın girişiminde bulunurlar. Kızın dışarıyla irtibatını kesmeye çalışırlar. Genci tehdit
ederler. Sonunda gençler evlenirler. Ne var ki genç kızın ailesi hala bu evliliği benimsememişlerdir.
Kızlarıyla bütün ilişkileri kopmuş durumdadır.32 Bu örnek istisna değildir, geneli yansıtan bir anekdot
olarak değerlendirilmelidir.
3) Çingene toplumlarında; kadınların toplumsal yaşam içerisindeki konumu her zaman çingene
olmayan kadınların toplumları içerisindeki konumundan farklıdır. Göçebeliği en saf haliyle sürdüren
çingene toplumlarında soy anne tarafından devam eder. Evlenen erkekler; evlendikleri kadının
aşiretine geçerler. Kadınlara aile ve toplum hayatında büyük bir saygı duyulur.33 Yerleşik çingenelerde
durum biraz daha karmaşıklaşır. Genellikle kadınlar evlendikleri erkeğin ailesinin yanına taşınır. Ama
kadının toplumsal kuvveti çingene olmayan kadınlara göre çok daha fazladır. Aile içerisinde ciddi bir
ağırlığı vardır. Göçebe çingenelerdeki kadınlara göre daha zayıf; çingene olmayan kadınlara göre daha
kuvvetli bir toplumsal konumda bulunmaktadır.
31 Şenlikoğlu, Emine, ÇİNGENE, İstanbul, 1996; Çalışmanın genelinde anlatılan pek çok olay evlilik tabusunun
sonuçlarını ortaya koymaktadır. Kitap İzmirli bir çingene olan Serpil Özkasap’ın öz yaşam öyküsünü temel
almıştır.
32 Bu olay 70’li yıllarda Kuştepe’de yaşanmıştır.
33 Peter Andrews a.g.e sf 197

40
Cinsler arası işbölümü kendine özgü bir yapıda olan çingene ailesi; kendine özgü kişiliklerin ortaya
çıkışını besler. Çingene kadını ve erkeği; çingene olmayan kadın ve erkek kişiliklerinden farklı
özellikler göstermektedir. Hakim ve otoriter erkek; edilgin ve bağımlı kadın tiplemesinin hakim
olduğu genelin karşısında; güçlü, toplumsal yaşamda kendini gösteren bir kadın ve hayatı kadınlarla
paylaşabilen bir erkek kişiliği çingene toplumlarında belirgindir. Bu durum tamamıyla; bireylerin
sosyalleşme sürecinde öğrendiği toplumsal cinsiyet rollerinin farklı olmasından kaynaklanmaktadır.
İşte bu 3 temel özellik çingeneleri birleştiren temel sosyolojik zemindir. Bu ortaklıklar çerçevesinde
bir bütün oluşturan çingeneleri karşılayabilecek yegane sosyolojik kavram evrensel millettir. Nasıl ki
dil ve ortak tarih milletleri birleştiren ortak özellikler ise; evrensel millet olan çingeneleri birleştiren de
yukarıda sıraladığımız temel sosyolojik ortaklıklardır. Tarih boyunca farklı çingene gruplarının
birbirlerinin içinde eriyerek günümüzdeki zenginliği meydana getirebilmesi bu sosyolojik ortaklıklar
sayesinde mümkün olabilmiştir. Bu sosyolojik ortaklıkların arka planında ise çingenelerin tarihi
vardır.
Çingeneliğin tarihi insanlığın tarihi ile iç içe geçmiştir. Evrensel millet olan çingenelerin tarihi; çobantarımcı
ekonomiye geçen insan gruplarının çevrelerindeki toplayıcı, avcı-toplayıcı ve bahçe tarımı ile
uğraşan toplulukları tahakküm altına alması ile başlar. Bu aynı zamanda ataerkil toplumların anaerkil
toplumları egemenlik altına almasının tarihidir.
Çoğu Antropolog insanlığın ilk ekonomik faaliyetinin toplayıcılık olduğu konusunda hemfikirdir.
Toplayıcı dönem boyunca; insanlığın toplumsal örgütlenme biçiminin soyun anne tarafından devam
ettiği, kadınların toplumsal yapının merkezinde yer aldığı anaerkillik olup olmadığı ise halen
tartışılmaktadır. Anaerkilliğin yozlaşmış da olsa kendine özgü bir biçimini çingene topluluğunda
gözlemlemiş bir kişi olarak ben bu tartışmada, anaerkil dönemin var olduğunu öne süren sosyal
bilimcilerin tarafında yer alıyorum.

41
Yazılı olmayan tarihin bir döneminde anaerkil toplayıcı ve avcı-toplayıcılar çevrelerinde yaşayan
tarımcı-çoban göçebelerle karşı karşıya kaldılar. Çoban aşiretler otlak ve av alanları için birbirleri ile
savaşıyorlardı. Bu dönemde çobanlar hızla kendilerine hakimiyet alanları yarattılar. Belli topraklarda
yalnız kendileri avlanabiliyor ve sürülerini otlatıyorlardı. Bu alanların içerisinde kalan toplayıcılar da,
savaşçı nitelikleri ile ön plana çıkan çobanların hakimiyetleri altına giriyorlardı.
Hakimler, hükmettiklerini göçebe zanaatçılar olarak yaşamaya mahkum ettiler. Çobanlar,
toplayıcıların doğal gelişme yolunu izleyerek tarım ve hayvancılık yapmalarına izin vermediler. Aynı
şekilde eski biçimiyle toplayıcılık yapmak da bu dönemde mümkün değildi. Çünkü araziler çobanların
egemenliği altına girmişti. Geriye kalan tek bir alternatif vardı. Toplayıcılık döneminde çeşitli şartların
zorlaması ile geliştirdikleri zanaat ürünlerini (Sepetçilik vs.) çobanlarla tarımsal ya da hayvansal ürün
karşılığında takas etmek.
Bu zorunlu mesleğin sonucu olarak ortaya çıkan acıklı bir yoksulluktur. Hem askeri güçleri hem de
çok sayıda alternatifin varlığı nedeniyle müşterilerinin karşısında çingeneler her zaman
dezavantajlıdır. Kazançları ancak azami şartlarda yaşamın sürdürülmesine yeter. Hayvancılık ve
tarımın insan topluluklarının yaşamında meydana getirdiği gelişme çingenelere çok sınırlı bir biçimde
yansır. İnsanoğlu yeni bir çağa ilerlerken çingenelerin payına bu devrimle elde edilenlerin kırıntıları
düşer
Özellikle ılıman iklim bölgelerinde, olumlu koşulların etkisiyle insan toplulukları hayvancılık yerine
küçük çaplı bahçe tarımına yönelir. Küçük çaplı bahçe tarımı; kadınların üretime katılımının devamını
mümkün kıldığından; toplayıcılık döneminin anaerkil geleneklerinin devamına olanak sağlar.
Özellikle Akdeniz kıyıları ve Güneydoğu Asya’da insan toplulukları büyük gruplar halinde bahçe
tarımına dayanan sınırlı bir ekonomik faaliyete girişirler. Bu barışçı topluluklar kısa bir süre sonra
kurak bölgelerden akın eden çobanlar ve daha ileri bir toplumsal örgütlenmeyi temsil eden kabile
konfederasyonları ya da devletler tarafından işgal edilirler. Fatihler, yerli halkı köleleştirerek; onları
kendi çevrelerindeki çingene gruplarını mahkum ettikleri hayatı yaşamaya zorlarlar.

42
Her iki biçimde de ataerkil savaşçı kabileler, anaerkil insan topluluklarını tahakküm altına alırlar. Bu
aynı zamanda değerlerin ve kültürlerin çatışmasıdır. Anaerkil toplulukların üretimi ve kadını
kutsallaştıran değerlerinin karşısında, ataerkillerin güç, iktidar ve savaşı erkek kişiliğinde
somutlaştırdıkları değerleri birbirleriyle yarışırlar. Maddi tahakkümü dolayısıyla ataerkil değerler
diğerlerini yenilgiye uğratır. Bu değerler bizzat çingene toplumunun kendi içinde yeraltına itilir. Farklı
değerleri yüzünden, ataerkil topluluk asla çingeneleri kendisine yaklaştırmaz onu toplumunun
sınırında yaşamaya zorlar. Göçebe çingenelerin çadırları köylerin uzağına kurulur. Yerleşik
çingenelerin mahalleleri kentlerin uzak noktalarındadır. Toplumun sınırında yaşamaya zorlanma
mekanla ilişkili olduğu kadar yaşam seviyesi ile de ilgilidir.
Bu süreç dünyanın her yanında yaşanır. Ama en yoğun olarak izlenebildiği coğrafyalar; Balkanlar,
Anadolu, Orta Doğu, Orta Asya, Güneydoğu Asya ve Hindistan’dır.
Çingenelerin tarihi dünyanın farklı coğrafyalarında başlar. Buna rağmen farklı coğrafyalardan gelen,
farklı diller konuşan çingeneler birbirleriyle kaynaşmakta güçlük çekmezler. Kolaylıkla birbirlerini
bulurlar. Karışırlar. Farklı kökenlerden gelmelerine rağmen, dışlanmışlığın getirdiği ortak duygular
çingeneleri bir millet olmak için gerekli olan dayanışma duygusuna fazlasıyla sahip kılar. Bu yüzden
çingeneler millettir. Ama büyük bir çeşitliliği içinde barındıran evrensel bir millettir.
Çingenelerin kendine özgü tarihi sonucunda ortaya çok ilginç bir manzara çıkmıştır. Evrensel millet
başka hiçbir milletin sahip olmadığı özelliklere sahiptir. Çeşitlilik içinde birliğe.
Çingenelerin arasında farklı fiziksel kökenlere sahip pek çok insan bulunmaktadır. Çingene
olmayanların önemli bir bölümünün kanısının aksine çingene olmak demek esmer olmak demek
değildir. Çoğunluğu esmer olan bir çingene grubunun içerisinde beyaz tenli veya sarışın çingeneler
olabileceği gibi tamamı sarışın veya kızıl saçlılardan oluşan çingene grupları da vardır. Çingene

43
topluluğu bu kadar farklı fiziksel özelliklere sahip insanları içinde barındırması ile bir çiçek bahçesini
andırmaktadır.
Çingenelerin tek bir dili yoktur. Çingeneler arasında konuşulan pek çok dil vardır. Balkan
çingenelerinin dili Romani veya Asya’da konuşulan Domari, Lomari gibi ortak kökenden gelen diller
dışında; Abdalların, Geygellerin, Rudarilerin ve daha birçok farklı çingene grubunun konuştuğu farklı
kökenlerden gelen diller vardır. Bunların hepsi çingene kültürünün bir parçasıdır.
Bütün bu gerçekler günümüzde konuyla ilgilenen araştırmacıların ilgisini çekmemektedir.
Çingenelerle ilgili mevcut çalışmalar; hayatın içinde var olan bir çingene gerçekliğinden değil bir
idealden hareket ederler. Gerçeklik; dil, tarihsel köken ayrımlarının çingeneler için esaslı bir ayrım
teşkil etmediğini ortaya koymaktadır. Zira çingenelerin konuştuğu gizli diller; hiçbir zaman bütün
çingenelerin tek dili olmamıştır. Meslekleri gereği çingene olmayanlarla sürekli ilişki halinde bulunan
çingeneler yaşadıkları bölgede hakim olan dili çok iyi bilirler. Bu dil aynı zamanda farklı gizli diller
kullanan çingene gruplarının birbirleriyle anlaşmalarını da mümkün kılar. Farklı gruplardan çingeneler
birbirleriyle evlenirler. Bu karma aileleler aynı zamanda; gizli dillerin zenginleşmesini de sağlar.
Karşılıklı sözcük alışverişleri yapılabilir. Birbirlerinin dillerini öğrenirler. Özellikle yerleşik hayata
geçen çingenelerin yaşadıkları mahallelerde bu iletişim çok kuvvetlidir.
Bizim, çingenelerin tarihi olarak ortaya koyduğumuz modelin mevcut yaklaşımlardan farkı açıktır.
Çingenelerin siyasallaşması için mücadele ettiğini söyleyenler daha önce de belirttiğimiz gibi başka
milletleşme süreçlerini taklit etmektedirler. Oysaki çingeneler, başlı başına özgün bir tarihin öznesi
olmaya aday olabilecek kadar zengin bir topluluktur. Çingenelerin geleceğindeki ideal millet değildir.
Evrensel millet, hem insanlık hem de çingeneler için çok daha ileri bir gelecek tasarımını ve milli
devletten çok daha barışçı bir siyasal örgütlenme modelini müjdelemektedir. Ne yazık ki konuyla
ilgilenen pek çok araştırmacı için bu müjde heyecan uyandırıcı değildir.

44
Kafalarındaki ideal ulustur. Bilinen bütün örneklerde ulus ortak bir dil ve tarihe dayanmaktadır.
Ortada ulus-altı bir topluluk vardır. Bunun ulusa dönüşmesi gerekmektedir. Bunun için ortak bir dil ve
ortak bir tarih gereklidir. Çingenelere ortak bir dil bulunmalıdır. Çingenelere ortak bir tarih
yaratılmalıdır. Bu ideal için gerçeklik parçalanır; gerçekliğin bir yüzü yeniden kurgulanarak ortaya
sürülür.
Ulus ideali bir bütünün yaratılmasını amaçlar. Bu bütün ortak bir zeminde birbirinden ayrı düşmüş
yapı taşlarının birleştirilmesiyle yaratılır. Ne var ki çingeneler zaten bir bütün teşkil etmektedirler.
Çingeneler evrensel millettir.
Çalışmamızın ilk bölümlerinde, gerçekliği ters yüz eden “milliyetçi” yaklaşımları deşifre etmeye
çalışacağız. Bunun için öncelikle genel olarak milliyetçilik teorilerinin kısa bir değerlendirmesini
yapmayı yararlı buluyoruz.
2. Bir İdeal Olarak Milliyetçilik ve Çingeneler
Yüzyıllardır dünyayı en çok etkileyen ideolojik akımlardan bir tanesi hiç şüphesiz milliyetçilik
ideolojisi oldu. Bu kavramın karşısında nerede durursak duralım; yakın tarihi biçimlendiren muhtelif
dinamikler üzerindeki etkisini inkar edemeyiz. Ulus-devletler günümüzde hala siyasetin en aktif
öznesi olma vasıflarını kaybetmemişlerdir. Aksine Doğu Bloku’nun çöküşüyle birlikte başlayan;
güncel tarih döneminde milliyetçilik giderek daha dar alanlara sızarak etkisini arttırmaktadır.
Balkanlar gibi çok dilli çok kültürlü coğrafyalar; bu etkinin belirleyiciliği altında ciddi politik
çatışmalara sahne oldu. Süreç halen devam ediyor.
Milliyetçiliği bu kadar yaygınlaştıran onun siyasal sonuçları olmuştur. Çağımızın şekillendiği genel
politik atmosferde; “kendi kaderini tayin hakkı”, “milli devlet kurma hakkı”, “siyasal örgütlenme
hakkı” gibi politik tercihler öncelikle milletleşmeyi başarabilmiş insan toplulukları için meşrudur.
Meşruiyet sorununun ötesinde, milletleşmeyi başaran insan toplulukları bu hedeflere ulaşmalarını

45
sağlayacak iç dayanışma ve örgütlenme düzeyine ulaşabilmektedir. Milliyetçiliği ve milletleşmeyi bir
ideal haline getiren tam da bu siyasal sonuçlar olmaktadır.
Ulusal azınlıklar, bölgesel olarak ülkenin genelinden daha geri bir sosyal düzeyde yaşayan topluluklar
ve genel olarak az gelişmiş dünya ülkeleri için; milletleşmek içinde bulundukları eşitsiz konumdan
kurtulmanın bir umudu olarak değerlendirilmiştir. Günümüzde pek çok insan topluluğu için bu süreç
devam etmektedir. Egemenlik sınırları içerisinde yer aldıkları milli devlet bütünlüğünde, adaletsiz bir
konumda bulunduklarını düşünen topluluklar kendi milli devlet bütünlüklerini inşa etmeye
yönelmektedirler.
Anti-Sömürgeci hareketler söz konusu olduğunda; işgal gücünün egemenlik kurduğu topraklarda
bütünüyle yabancı bir güç olması milliyetçi bir direniş perspektifini uygulanabilir kılar. Ne var ki
günümüzde Balkanlarda yaşanan mikro-milliyetçi çatışmalarda gördüğümüz gibi; iç içe geçmişliğin
yoğun bir tarihsel arka plana dayandığı toplumlarda bu tarz bir projenin sonuçları çok kanlı olacaktır.
Aynı şekilde bu iç içe geçmişlik bütünüyle bağımsız milli devletlerin kurulmasını engeller. Bir etnik
topluluğun çoğunlukta olduğu bir bölgede mutlaka karşısında sayıca ona yaklaşan bir başka etnik
topluluk vardır. Bu grup, çoğunluk etnisitenin milli devlet projesine direnir, kısa bir süre sonra kendi
milli devlet projesi ile ortaya çıkar.
Her halükarda günümüzde yaşanan milliyetçi hareketlerin geçmişte yaşananlardan oldukça farklı
olduğu açıktır. Hem batının modern ulus devlet dokusunu şekillendiren hem de az gelişmiş dünyada
sömürgecilik karşıtı dalgayı besleyen milliyetçi hareketler bambaşka bir dünya konjektüründe ortaya
çıkmışlardır. Günümüz dünyasında en küçük bir siyasal dönüşümün sonuçları bile hem yerel düzeyde
çok daha ağır bir şekilde hissedilmekte hem de kısa sürede diğer dünya güçlerinin sorunu haline
gelmektedir. Bu koşullarda, günümüzün milliyetçi hareketlerinin başarılı sonuçlar alması çok zordur.
Ancak değişen dünya konjektürünü arkasına almayı başaranlar sınırları değiştirebilirler. Daha doğrusu,
sınırları değiştirmeyi planlayan büyük güçlerin taktik müttefikleri olarak sınırlı bir rol oynayabilirler.

46
Çingeneler söz konusu olduğunda; milliyetçilik kavramının tartışılmaya başlanması oldukça yeni bir
olgudur.
Siyaset çok uzun yıllar çingene olmayanlara özgü bir toplumsal ilişki olarak kaldı. On yıllarla ifade
edilebilecek kısa bir zaman diliminde ise çingeneler ilk defa sosyal organizasyonlarda örgütlenmeye
başladılar. Bu gelişmenin çingene aydınlarının giderek kendilerini daha fazla çingene kimlikleri ile
ifade etmeleriyle birlikte geliştiği açıktır.
Çingeneler, entelektüel kaynaklara ulaşmak açısından içinde yaşadıkları her ülkede çingene
olmayanlardan çok daha geri bir konumda bulundular. Eğitim alabilen çingeneler her zaman çok
küçük bir azınlıktı. Bunların ezici çoğunluğu ise eğitim alma imkanı bulduktan sonra kültürleri ile
bütün bağlarını koparıyor ve çingene olmayan çoğunluğun arasına katılıyorlardı.
Günümüzde bu durum ne kadar değişmiştir? Çingenelerin geneli söz konusu olduğunda eğitime
ulaşma düzeyinin arttığını söyleyebilmek için güçlü istatistiklere ihtiyacımız var. Açık bir değişimden
söz edilecekse eğitim görme imkanı bulabilen çingenelerin kendi kökenlerini açıklama konusundaki
tutumlarının değiştiğinden bahsetmek daha doğru olacaktır. Çingene aydınlarının her geçen gün daha
fazla kendi kimliklerini orta koymaya başladıklarını görüyoruz. Bunların bir bölümü kişisel
kariyerlerini çingenelerin kaderleriyle birleştirmişlerdir. Nicolae Gheorghe34, Ian Hancock35, Rajko
Djuric36, Andrej Mirga37 ve Türkiye’den Mustafa Aksu38 ilk elde akla gelenler.
Sebepleri ne olursa olsun bu yeni dalga çingenelerin dünya genelinde politikleşmesi sürecini
beslemektedir. Burada, kelimeyi dar anlamda kullanmıyorum. Çingeneler siyasal partiler kurmakta
veya başka oluşumların bünyesinde çalışmalar yürütmektedir ama bundan çok daha fazla sivil toplum
kuruluşu ortaya çıkmakta, yerel ve ulusal düzeyde yürütülen çalışmaların içerisinde yer almaktadır. Bu
34 Fonseca, İsabel, a.g.e, sf315
35 a.g.e sf 334
36 a.g.e sf 336
37 a.g.e sf 344
38 Aksu, Mustafa, Türkiye’de Çingene Olmak, Ozan Yayıncılık, İstanbul, 2003

47
siyasallaşma genel bir eğilime sahiptir. Gerçi ülkeden ülkeye büyük bir çeşitlilik gözlenebilmektedir.
Kimi yerlerde çingenelere ait kuruluşlar taleplerini çok sınırlı tutmaktadır. Yine de yaşanan
siyasallaşma sürecinin milliyetçi bir doğrultuda ilerlediği anlaşılmaktadır.
Çingeneler veya onlar adına hareket eden aydınların çeşitli toplumsal talepler ileri sürmesi aslında
kökleri 19. yy’a kadar uzanan bir olgudur. 1868’de İstanbul’da yayınlanan “Makedonya” isimli bir
gazetede, bir “mısırlı” tarafından gönderildiği ileri sürülen bir mektup yayınlanır. Günümüzde bile
hala bazı çingene grupları kendilerini “mısırlı” olarak adlandırmaktadırlar. Mektubun yazarı
günümüzde Makedonya sınırları içerisinde yer alan Prilep’te yaşamaktadır. İsmi Ilis Naumchev’dir.
Yazar çingenelerin çok eski bir halk olduğunu ve kendilerine ait güçlü bir dile sahip olduklarını
vurgular. Ona göre çingeneler; kendi dillerinde eğitim ve kültürel faaliyet hakkına sahiptirler. 39 1901
yılında Bulgaristan’da çıkarılan seçim kanunu çingenelerin seçmen haklarına kısıtlama getirir. Bunun
üzerine çok ciddi tepkiler ortaya çıkar. 1905’te Sofia’da toplanan Çingene Kongresi’nde bu ayrımcı
seçim yasası katılımcılar tarafından protesto edilir. Bu olay herhangi bir konuda çingeneler tarafından
ortaya konulan ilk ayrımcılık karşıtı örgütlü tepki olarak kabul edilmektedir.40 20’li ve 30’lu yıllarda
çeşitli Balkan ülkelerinde, çingene haklarını savunan çeşitli yerel kuruluşlar ortaya çıkar. Bunların bir
bölümü kendi yayın organlarına sahiptirler.41 1933 yılında Romanya Çingeneleri Derneği kurulur.
Bunu Romanya Çingeneleri Genel Birliği’nin kuruluşu izler. Bu dönemde Romanya’da çok sayıda
çingene gazetesi yayınlanır. Roma, Romanların Sesi, Çingene Halkı gibi.42
Yugoslavya çingene örgütlenmesi 1927 yılında başlar. Sırp Çingenelerin Hastalık ve Ölümlere Karşı
dayanışma derneği kurulur. 1935 yılında, Bibia Hala Kutlamaları İçin Belgrad Çingeneleri Derneği
isimli örgüt kurulur ve Roman Gazetesi isimli bir yayın çıkarmaya başlar. 1939’da daha sonra
39 Marushiakova, E., Popov, V. “The Roma - a Nation without a State? Historical
Background and Contemporary Tendencies.” - In: Burszta, W., Kamusella, T.,
Wojciechowski, S. (Eds.) Nationalismus Across the Globe: An overview of the
nationalism of state-endowed and stateless nations, Poznan: School of Humanities
and Journalism, 2005 sf 2
40 a.g.e sf 2
41 a.g.e sf 2
42 a.g.e sf 2

48
“Yugoslav Çingene Gençliği”’ne dönüşecek olan “Yugoslav Çingene Gençliğinin Eğitim Klubü”
kurulur.43
1919’da Bulgaristan’ın ilk çingene örgütlenmesi olan İstikbal kurulur. 1933 yılında Terbiye isimli bir
gazete yayınlanmaya başlar.44 1939 yılında “Yunan Çingenelerinin Pan Hellenic Kültür Derneği”
kurulur. Derneğin öncelikli amacı Yunan çingenelerinin Yunan vatandaşlığına kabul edilmesi
olmuştur. 45
Sovyetler Birliği’nde, devlet destekli olarak çeşitli örgütlenmeler geliştirilir. 1925 yılında, Rus
Çingeneleri Birliği” kurulur. Çok sayıda çingene gazetesi yayınlanmaya başlar ve daha sonra oldukça
ünlü olacak olan “Roma Tiyatro Grubu” kurulur. 46
Görüldüğü üzere çingenelerin çeşitli kurumlarda örgütlenerek kendi toplumsal haklarını talep etmesi
aslında çok da yeni bir olgu değildir. Geçmişte bu örgütlenmeler çok daha sınırlı bir çingene eliti
tarafından organize edilirken günümüzde bu elit fazlasıyla genişlemiştir. Ayrıca 70’lere kadar lokal
düzeyde gelişen örgütlenmeler bu tarihten sonra uluslar arası hale gelmeye başlamışlardır.
Bu süreçte 1971 1. Dünya Çingene Kongresi önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilebilir.
Kongreye birkaç gözlemci ve iki düzine delege katılmıştı.47 Kimileri, kongre dökümanlarına
dayanarak bu görüşe karşı çıkmakta, kongreye yalnız 10 ülkeden temsilci katıldığını iddia
etmektedirler. İlk kongrenin başkanlığını Yugoslavya’dan Slobodan Berberski ve sekreterliğini Büyük
Britanya’dan Grattan Puxon yapmıştır. 48
43 a.g.e sf 3
44 a.g.e sf 4
45 a.g.e sf 4
46 a.g.e sf 4
47 Benninghaus, Rüdinger, Giypsies veya Roma “Politik Doğruluk” Hakkında Bazı Düşünceler, Köln / Almanya,
Mayıs 2005
48 Marushiakova, E., Popov, V. “The Roma - a Nation without a State? Historical
Background and Contemporary Tendencies.” A.g.e sf 8

49
Kongrede alınan kararların kapsamı ve niteliği göz önüne getirildiğinde katılım oldukça düşük
gözükmektedir. Kararlar gerçekten de bağlayıcı nitelikte ve önemlidir. Dikkatli bir şekilde
irdelendiğinde çingene siyasallaşmasının milliyetçi bir doğrultuda geliştiğine ilişkin çok güçlü kanıtlar
ortaya koyar. Kongre her şeyden önce dünya çingenelerini adlandırmak için Rom sözcüğünün
kullanılmasını kabul etti. Böylelikle çok sayıda farklı adlandırma ve “politik olarak yanlış” kabul
ettikleri çingene sözcüğü bir çırpıda kenara bırakılmış oldu. Bunun yanı sıra yine tüm dünya
çingenelerini temsil ettiği iddia edilen bir bayrak ve bir milli çingene marşı tasarlandı.49 Ayrıca Uluslar
arası Roman Birliği oluşturuldu. Hepsinden önemlisi, kongre Romanları devletsiz bir millet olarak
tanımladı. Hatta bir adım daha ileri giderek “Romanları yaşadığı her yer bizim için Romanestan’dır.”
diyerek, çingene örgütlenmesini etkileyen milliyetçi yaklaşımları daha güçlü bir biçimde ortaya
koymuş oldu.50
Dünya çingenelerini ifade edecek bir sözcük olarak Rom’un seçilmesi üzerinde dikkatle durulması
gereken bir karardır. Bu karar etkili olmuştur. Kitle iletişim araçlarında çingene sözcüğünden çok daha
yaygın bir biçimde Roman sözcüğü kullanılmaktadır. Hem kongrede hem de kongreden sonra bu
karar, Rom sözcüğünün çingenelerin kendilerini özgün adlandırma biçimi olduğu gerekçesiyle
savunulmuştur. 51 Rom, Roman çingenelerinin dili Romanide erkek insan anlamına gelmektedir.52
Romani dilinde bir etnik topluluk adı olarak kullanılmaz. Genel olarak insan veya erkek kişi
anlamında günlük dilde kullanılabilir. Örneğin Moro rom xoljanel xarjestar ( Kocam çok kolay kızıyor
) cümlesinde geçen moro rom ifadesi koca sözcüğünün yerine kullanılan bir deyimdir. Tam çevirisi
“adamım” olarak yapılabilir. 53 “o phuro rom matilo but” cümlesi ise “o adam çok sarhoş oldu”
anlamına gelir.54 Romanideki deyimlerden bunun gibi çok sayıda örnek verilebilir. Eğer herhangi bir
grubun kendini adlandırması için kullandığı dilde insan anlamına gelen sözcükler kullanılması genel
49Asseo, Henriette, Avrupa Yazgısı, Yapı Kredi Yayınları, sf 108
50 Marushiakova, E., Popov, V. “The Roma - a Nation without a State? Historical
Background and Contemporary Tendencies.” A.g.e sf 8
51 Benninghaus, Rüdinger, a.g.e
52 http://tr.wikipedia.org/wiki/Rom
53 http://www.llc.manchester.ac.uk/
54 http://www.llc.manchester.ac.uk/Research/Projects/romani/db/wordlist.html

50
bir kural olsaydı; İngilizlerin kendilerine “man”, Türklerin kendilerine “adam” demesi gerekirdi.
Genelleştirildiğinde ironik bir duruma yol açan kongrenin yaklaşımı aslında çingenelere
uygulandığında da sağlıklı sonuçlar vermez. Ama anlaşılırdır.
Ben romanım diyen bir çingene aslında özünde insan olduğunu dile getirmektedir. Kendisini Rom
olarak adlandırmak, çingenelere insan altı yaratık muamelesi yapılan toplumlarda, çingeneler
tarafından geliştirilmiş haklı bir reflekstir. Bu yüzden özellikle çingene olmayanlarla yakın ilişkileri
olan çingeneler kendilerini Roman olarak adlandırırlar. Aynı şekilde diğer çingene gruplarından gelen
pek çok insan da, çingene sözcüğü yerine Abdal, Dom, Poşa gibi daha dar anlamlar taşıyan sözcükleri
kullanmayı tercih ederler. Buna karşılık önemli sayıda insan, hangi çingene grubundan geliyor olursa
olsun kendini adlandırmak için çingene sözcüğünü kullanır.
Çingenelerin kendilerini şu veya bu şekilde adlandırmasının, çingene olmayanların sahip olduğu ön
yargıları kırmaya yetmediği ortadadır. Bu önyargılar isim değişikliği ile değil ancak gerçek bir
toplumsal mücadele ile ortadan kaldırılabilir.
Bir başka açıdan rom sözcüğü yalnızca Romani konuşan çingene toplulukları için bir anlam ifade eder.
Bu haliyle yeterince kapsayıcı değildir. Çingene sözcüğü ise; Avrupa, Anadolu ve Orta Asya’da çok
sayıda farklı çingene grubunun ortak adı olmuştur.
Kongrede belirlenen çingene bayrağının üzerinde mavi ve yeşil iki şerit vardır. Tam merkeze ise
kırmızı bir tekerlek yerleştirilmiştir. Mavi gökleri, yeşil ise doğayı ve canlılığı temsil etmektedir. Mavi
ruhsal değerleri yeşil ise dünyevi değerleri anlatır. Bayrağın merkezindeki tekerlek ise hareketi temsil
etmektedir. Bu şeklin aynısı, Ashok Chakra, Hindistan bayrağının merkezinde yer almaktadır. 55
Kongreyi izleyen dönem boyunca çingene kimliği ile Hindistan arasında bağ kurmak için özel bir
55 http://www.romani.org/rishi/romanthm.html

51
gayret gösterilmiştir. Nitekim 1978 yılında Geneva’da düzenlenen ikinci kongreye bir hint
delegasyonu katılmış ve kongre Hindistan’ı çingenelerin anavatanı olarak ilan etmiştir.56
Kongrenin sonuçları, bir milliyetçi hareket için olmazsa olmaz olan resmi simgelerin yaratılması
doğrultusunda somut adımlar olmuşlardır. Ne var ki daha önce defalarca vurguladığımız gibi
çingeneler milletleşmenin eşiğinde bekleyen bir ön-millet değil; bir evrensel millettir. Tek bir tarih
öğretisi ve tek bir dil kurgulamak için yapılan bu uygulamalar; çingeneleri birleştirmek bir yana
bölmektedir. Tüm çingeneleri temsil etme amacıyla seçilen Rom sözcüğü, romani konuşmayan çok
sayıda çingeneyi bu birlik sürecinin dışında bırakmaktadır. Oysaki çingeneler zaten tüm çingeneleri
kapsayan ortak bir sözcüğe sahiptirler: çingene. Aynı şekilde bayrak tasarımında vurgulanan Hindistan
bağlantısı, çingenelerin dünyalı kimliğini göz ardı etmektedir. Çok daha büyük bir dayanışma ve birlik
umudu; milliyetçilik ideali yüzünden parçalanmaktadır.
Nitekim bu hatalı yaklaşım şimdiden meyvelerini vermeye başlamıştır. Özel koşulların zorlaması
altında; Kosova’da yaşayan farklı çingene grupları tamamıyla karşıt kamplara sürükleniyorlar.
Kosova’da 3 ayrı çingene grubu yaşıyor. Romlar, Haskalılar, Mısırlılar. Bu ülke Balkanlardaki
milliyetçi çatışmalardan nasibini fazlasıyla aldı. Bu sırada çingeneler ciddi yaralar aldılar. Romlar
Sırpça bildikleri için, Arnavutlar tarafından ajan olarak değerlendirildi. Ciddi çatışmalar yaşandı. Bu
durum diğer çingene gruplarının onlardan uzak durması için başlı başına yeterli bir neden. Onlarda
Arnavutlara yaklaşıp güvenliklerini sağlamaya çalışıyorlar.
Bunun yanı sıra ; milliyetçi “roman” hareketinin dayattığı köken tartışmaları başlayınca iş çıkmaza
giriyor. Romanlar, Haskalı ve Mısırlıların Roman olduklarını; hep birlikte Kuzey Hindistan’dan göç
ettiklerini söylüyorlar. Buna karşılık Haskalılar kendilerini Perslere, Mısırlılar ise eski Mısır kültürüne
56 Marushiakova, E., Popov, V. “The Roma - a Nation without a State? Historical
Background and Contemporary Tendencies.” Sf 8

52
dayandırıyor. Bu köken tartışması yüzünden söz konusu gruplar arasında gerilim daha da artıyor. Bu
gerilimlerin çatışmaya dönüşmeyeceğinin hiçbir garantisi yok.57
Kosova’lı Romlar uzun yıllardan beri yerleşik yaşama geçmişler. Göçebe çingeneler burada bir azınlık
oluşturuyor. Farklı Romani türlerini konuşan gruplarla karşılaşabiliyoruz Kosova’da. Arli, Kovachi,
Gurbeti diyalektleri yaygın olarak kullanılıyor. Ayrıca romaniyi unuttuğu söylenen Gjorgjovtsi isimli
bir grup Sırpça konuşuyor. Kosovalı Romların büyük çoğunluğu Müslüman.58
Kosovalı Romlar, 70 ve 80’li yıllarda, devlet tarafından kültürlerini ve dillerini geliştirmeleri için
desteklendiler. Roman kültürünü anlatan Radyo ve televizyon programları yapıldı. Romani okullarda
öğretilmeye başlandı. 59 Mısırlı ve Haskalı grupları bu dönemde sözkonusu gelişmelerden
yararlanamadılar. Çünkü Romani konuşmuyorlardı.60 Sürecin dışında kalmaları onlarla romlar
arasındaki ayrılığı derinleştirdi. Günümüzde karşıt kamplarda yer almalarına yol açan süreç büyük
ölçüde bu şekilde başlamıştı.
Tek dil ve tek tarihe dayanan “roman” milliyetçiliğinde ısrar edilirse; bu ve buna benzer durumlarla
her yerde karşılaşacağız. Kosova’nın özel şartları bu durumu belki haddinden fazla hızlandırmış. Ama
yoktan var etmediği kesin.
Günümüzde çingenelerin sorunları ile ilgili olarak mücadele yürüten çeşitli kuruluşlar; 1. kongredeki
yaklaşımı büyük ölçüde benimsemişlerdir. Hem yaratılan dil hem de simgeler her geçen gün biraz
daha yaygınlaşmaktadır. “roman” milliyetçiliği perspektifiyle örgütlenen sivil toplum kuruluşları hatırı
sayılır bir ağırlığa ulaşmışlardır. Uluslar arası bir etkiye sahiplerdir.
57 Karpat, Can, ARNAVUT OLMAYANLARIN KOSOVASI, http://www.axisglobe.com/article.asp?article=862
58Marushiakova, E., Popov, V Identity Formation among Minorities in the Balkans:
The cases of Roms, Egyptians and Ashkali in Kosovo www.studiiromani.org sf 19
59 A.g.e sf19
60 a.g.e sf 19

53
Türkiye’deki durum biraz daha karmaşıktır. Çingenelerin, sivil toplumda örgütlenmesi Türkiye için
çok yeni bir olgu. Hareket başlangıç aşamasındadır. Nereye doğru evrileceğini kestirmek güçtür.
Yeterli bilgiye sahip olmamakla beraber Türkiye’deki çingene örgütlenmesinin son 20 yıl içerisinde
başladığını söyleyebiliriz. Tophane’li demirci çingene Ali Çelikbilek, uluslar arası çingene kuruluşları
ile bireysel düzeyde ilk bağlantı kuranlardan oldu. Dünya çingeneleri onun sayesinde Türkiye
çingenelerini yakından tanıma imkanı buldular. Çelikbilek, Uluslar arası Çingene Kongresi’nin
Türkiye temsilcisiydi. 90’lı yıllara kadar bu ve benzeri istisnai örnekler dışında herhangi bir
hareketlilikten bahsetmek güç.61
Çingenelerin ilk ciddi örgütlenme girişimi 1996 yılında İzmir’de gerçekleşti. Daha sonra bu bölgede
kurulacak olan çingene derneklerinde yöneticilik yapacak olan Yakup Çardak “Romanlar
Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği”ni kurdu. Bu dernek İç İşleri Bakanlığı tarafından etnik
ayrımcılık yapıldığı gerekçesiyle kapatıldı. Kurucular daha sonra Çingeneler Yardımlaşma ve
Dayanışma Derneği adında bir dernek kurdular. Bu dernek de benzer gerekçelerle kapatıldı. 62 Daha
sonra ortaya konulan çeşitli çabalar ise maddi sıkıntılar nedeniyle sonuçsuz kaldı.63 İlk çingene
derneklerinin özellikle bürokrasiyle yaşadıkları problemleri aşamadıkları anlaşılmaktadır.
Bu noktada çingene aktivistlerini cesaretlendiren en önemli gelişmelerden biri Mustafa Aksu’nun
tutumu oldu. Aksu, kimliğini gizleyerek uzun yıllar devlet memurluğu yapmış bir çingeneydi. Emekli
olduktan sonra kimliğini açıklayan Aksu, kendini çingene hakları için mücadeleye adadı.64 Aksu’nun
kendinden önce mücadele eden çingene aktivistlerinden farklı hiç şüphesiz bürokrasi deneyimi idi.
“Devlet dilini” emekli bir devlet memuru olarak çok iyi konuşan Aksu; çeşitli bakanlıklar ve resmi
kurumlar düzeyinde yasal bir mücadele yürüttü. Bunlara bağlı olarak bir örgütlenme faaliyetine girişti.
61 Alpman, Nazım, a.g.e, sf 173
62 http://www.cingene.org/tarih/turkiye.html
63 http://www.evrensel.net/01/12/20/toplum.html
64 İncirlioğlu, Emine Onaran, Türkiye Çingenelerinin Örgütlenme Sorunları, TÜRKİYE KÜLTÜRLERİ, der
Erman, Tahire, Putlar, Gönül, Tetragon, İstanbul, 2005, sf 172-173

54
Türkiye Çingene Kültür Dernekleri Kurucular Kurulu geçici başkanı sıfatıyla65 Türkiye genelinde
çingeneleri birleştirecek bir federasyon kurma çalışmalarına başladı. Yine Mustafa Aksu’nun
desteğiyle 2001 yılında Edirne’de Mustafa Taşçeviren tarafından organize edilen bir örgütlenme
faaliyeti başladı. 66 Bu çalışmalar 3 yıldan uzun sürdü, ciddi sorunlarla karşılaşıldı.
2004 yılında Avrupa Birliği Uyum Yasalarının yürürlüğe girmesiyle beraber, çingene derneklerinin
örgütlenmesinin önündeki yasal engeller ortadan kalkmış oldu. Edirne Çingene Kültürü Araştırma
Geliştirme Yaşatma Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (EDÇİNKAY) bu yıl kuruldu. 67 Bu dernek
daha en başından çingeneleri bir federasyon çatısı altında birleştirmeyi amaçlayan bir kadroyu
bünyesinde barındırıyordu. Derneğin amacı “toplumda kök salmış önyargılarla mücadele etmek”
olarak belirtiliyordu.68 Daha sonra Trakya bölgesinde kurulan pek çok dernek Edçinkay’ı kendisine
örnek aldı.69 Bu noktadan sonra çingene örgütlenmesi ülke genelinde yaygınlaştı.
Şu anda toplam 12 ilde örgütlü 18 dernek kurulmuştur. Bu derneklerin bağlı olduğu 2 ayrı federasyon
vardır. Federasyonlardan biri Edirne diğeri ise İzmir Merkezli. Biri Edirne’de (2005), biri İstanbul’da,
biri Ereğli’de olmak üzere akademik niteliği ağır basan 3 ayrı sempozyum düzenlenmiştir.70 Bu
sempozyumları düzenleyen kuruluşlar çingene olmayan, ama çingenelerin sorunları ile ilgilenen
aydınları birleştiren çeşitli sivil toplum örgütleriydi. Bu kuruluşlar uluslar arası çingene kuruluşları ile
bağlantılar kurmakta, ortak perspektifler geliştirmektedir. Çingene örgütlenmesinde görebileceğimiz
bir başka eğilim ise daha çok genç çingenelerden oluşan bazı bağımsız oluşumlardır. Üniversiteli
çingenelerin mail grubu ve cingeneyiz.org adlı site bu eğilimin somut yansımaları. Henüz yolun
başında oldukları için bu eğilimin nereye doğru evrileceğini kestirmek çok güç.
65 a.g.e, sf 173
66 a.g.e sf 174
67 Serin, Ayten, Avrupa Ülkeleriyle Bir Ortak Noktamız Daha, Hürriyet, 08/05/2005
68 İlk “Çingene” adlı dernek kuruldu, zaman, 22/12/2005
69 Serin, Ayten, Türkiye Çingeneleri Avrupa’da Temsil Edilecek, Hürriyet, 27 Kasım 2005
70 Saymaz, İsmail, İlle Roman Olsun Ama Örgütlü Olsun, Radikal, 30 Haziran 2006

55
Olgular Türkiye’de dünyadaki benzerlerini andıran bir çingene örgütlenmesinin gelişmeye başladığını
gösteriyor. Avrupa’daki genel eğilimin tersine Türkiye’deki kuruluşlar en azından şimdilik milliyetçi
bir söylem kullanmamaktadırlar. Federasyon başkanlarından bir tanesi kısa bir süre önce şu
açıklamayı yapmıştı: “Türkiye’de romanların dili de dini de birdir. Onun için azınlık değil,asli
unsundur.Vatanına,bayrağına,milletine bağlı bir toplumdur.Bu bizim gönülden hissettiğimiz ve sahip
çıktığımız bir olgudur.”71 Federasyon başkanının, Türkiye’de yaşayan halk çoğunluğu ile “romanların”
dil birliğine vurgu yapması; dünyada yaygınlaşan milliyetçi söylem düşünüldüğünde alışılmadık bir
durumdur. Bir başka açıdan ise Türkiye’deki örgütlenme çok hızlı değişimlerin yaşandığı kaygan bir
zeminde oluşmaktadır. Nitekim Edirne merkezli federasyonun kuruluşuna öncülük eden dernek kısa
bir süre önce çingene sözcüğünü kullanmayı tercih ediyordu. Bu rastgele bir seçim değildi, görüşlerini
kendilerince temellendirmişlerdi. Nitekim 2005 yılında düzenlenen bir sempozyumda bir dernek
yetkilisi aşağıdaki konuşmaya yapabilmişti: “Türkiye de Çingene etnik kökenli insanların sayısı şu
nedenle sanıldığından fazladır. Bölgelere göre bu insanların isimleri şöyledir. Örneğin Poşa, Paşo,
tahtalı, Karapaçalı, Esmer vatandaş, Karaman, Roman gibi isimlerle tanımlanmaktadırlar. Ancak bu
isimler etnik köken değildir bu isimlerin kültürü dili örf ve adeti yoktur. Bu isimlerin hepsinin özü
gerçeği Çingenedir.” Buradaki tavır 1. Dünya Çingene Kongresi’nde belirlenen genel tavırdan
farklıdır. Yerel bir yaklaşımın izleri görülmektedir. Bunda hiç şüphesiz halen kendine özgü bağımsız
bir tavrı koruyan Mustafa Aksu’nun etkileri göz ardı edilemez. Zira Aksu hala çingene sözcüğünü
kullanıyor ve roman sözcüğünün tekelci bir biçimde dayatılmasına karşı çıkıyor.
Dernek yetkilisinin konuşmasından bir yıl sonra söz konusu dernek, adından çingene sözcüğünü
çıkararak Roman ismini kullanmaya başladı. Dernek yöneticileri bu tercihlerini çingene sözcüğünün
tabanlarına ağır gelmesiyle açıklamaktadırlar. Bir başka açıdan ise bu tarihten sonra Mustafa
Aksu’nun çingene örgütlenmesi üzerindeki etkinliğinin azaldığını görüyoruz. İsim değişikliğinde,
Aksu’nun yerine başka referansların ön plana çıkmasının belirleyici olmuş olabileceği düşünülebilir.
Her halükar da değişiklikten sonra derneklerin tutumunun Avrupa’daki benzerleriyle daha uyumlu
71 Çekiç, Erdinç, Romanlar Asli Unsurdur, Keşan Haber, www.kesanhaber.net, 8 Ağustos 2006



 

AYÇA TELIRMAK

 

Kadınların, bir başına kadınların, yoksun bırakılmışların, içine yanmışların, kabuğuna mahkûmların hikâyelerini anlatmaya yola çıkmıştık Ayça’yla. Cümlelerimiz billurlaştıkça, cesaret bulduk, o küskün, terk edilmiş, kovulmuş dokularımızdan, söz çıkarttık, şiir çıkarttık… Hayatın tüm ıskalarına yeniden nişan alır gibi… Sanki sil baştan başlar gibi…
 
Oyuncunun hayat hikayesi sahnenin örsünde şekillenir. Övüncü bir avuç alkış, bir de başını yastığa koyduğunda gözlerine oturacak huzurlu bir uykudur. Ayça sonsuzluğa gitti. Apansız, yaka kavura…
 
Kulis aralarından, kumaş kıvrımlarından, sahne karanlıklarından süzülen anılarıyla baş başayız şimdi. Onun adına, onunla birlikte.
 
Huzurla uyu Ayça Telırmak.

 
 
İSTANBUL EFENDİSİ
 
İSTANBUL EFENDİSİ
Musahipzade Celal' in ünlü klasiği İ.B.B. Şehir Tiyatroları sahnelerinde...



																	
TARLA KUŞUYDU JULİET
 
TARLA KUŞUYDU JULIET
Ephraim Kishon' dan Romeo ve Jüliet üzerine eğlenceli bir fantazi.




																	
DEFTER
 
 
 
Bugün 11 ziyaretçi (13 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol