i
   
 
  ELEŞTİRİLER

 

 
Politika Dergisi—Bernarda Alba’nın Evi

Gönderen: Kültür - Sanat Zaman: Pzt, 09/02/2009 - 07:00     
 
   Ayşegül İNAN
 
   Farklı diyarlar vardır, birbirinden habersiz farklı suretleri ile dünyaya gülümseyen. Ağlayan, isyan eden, coşan, seven, sevilen… İnsana dair her şeyi yaşamaya heves eden… İşte bunlar, insana dair her şey, yaşanmışlıklar, benzer öyküler ortadan kaldırır tüm bu farklılıkları… Dertler vardır, sıkıntılar vardır. Acılar gecenin karanlığı kadar gerçektir. Ve de başları kaldırıp bakılan simsiyah gökyüzü kadar aynıdır. Yıldızları seyredip umudu aramak kadar da… Tıkılıp kaldığı ufacık dünyasına isyan edebilen ya da sadece isyan etmeyi arzulayan o kadar çok çehre vardır ki yeryüzünde, bir coğrafyadan diğerine yayılan… Çığlık aynıdır. Aynı sessizlikte aynı dalgın bakışlarda gizli…
 
   İspanyol yazar Federico Garcia Lorca’nın yazdığı “Bernarda Alba’nın Evi” Engin Alkan’ın mükemmel rejisiyle dağıtıyor tüm o dalgın bakışları. Ve bizleri yaşadığımız coğrafyadan bambaşka diyarlara götürüyor tanıdık hikayesiyle… Ve tabii ki baskıların doğurduğu tüm o suskunlukların sonunu getiriyor içimizde büyüttüğü kendi sesimizle.
 
   İlk kez 7 Kasım 2007’de Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi’nde seyirci karşısına çıkan oyun, bu sezon yeniden Şehir Tiyatroları sahnesinde. İlk sezon Bernarda rolüyle izlediğimiz ve Haziran 2008’de kaybettiğimiz Ayça Telırmak’ın anısına yeniden saygıyla…
 
   Federico Garcia Lorca’nın son yazdığı eseri olan oyunda, Bernarda Alba’nın kocasının ölümünün ardından sekiz yıl yas ilan edişi ve bu dönemde beş kızı üzerinde uyguladığı despot yönetimin anlatılmasından yola çıkarak; toplumsal ve dinsel baskıların kişileri nasıl büyük felaketlere götürebileceği çarpıcı bir şekilde anlatılıyor.
 
   Oyun, yapısı itibariyle ağır bir oyun olmasına rağmen, metnin akıcılığı ve başarılı rejisiyle izleyicinin sonuna kadar oyunun içinde kalmasını sağlayabiliyor. Özellikle Engin Alkan’ın rejide oyunu evrensel boyutta ele alması, seyirciye “Evet bu benim duyduğum, evet bu benim gördüğüm, evet bu benim yaşadığım!” dedirtiyor belki de.
 
   Toplumsal konuları eserlerinde yansıtan Lorca, özellikle kadınlar üzerindeki töre baskısını dile getirmektedir. Aynı zamanda, döneminin siyasi kaosunu eserlerindeki karakterleri ile özdeşleştirmesiyle de ciddi mesajların yerine ulaşmasını en iyi şekilde sağlamaktadır. Bu oyunda da ülkesinin, insanını yoran o boğucu atmosferini, kızları üzerinde ciddi bir baskı kurmuş bir anneyle özdeşleştirerek yine başarılı bir şekilde anlatmıştır.
 
   Başkalarının ne düşüneceğini gereksiz bir şekilde fazlaca önemseyen, kızlarını eve kapatan, onlara adeta insani tüm duyguları, arzuları yasaklayan, bu şekilde belki de aşkın bile ne demek olduğunu onların öğrenememesine neden olan Bernarda; o çok övündüğü değerlerinin bir gün gözünün önünden nasıl yok olup gittiğini görecek, daha da kötüsü; bunu anlaması ancak evladını kaybetmesiyle mümkün olacaktı. Oyunun en can alıcı sahnelerinden biridir belki de Adela’nın yıldızları seyrederken başını annesinin dizlerine yaslamak istemesi ve Bernarda’nın iterek onu uzaklaştırması. Ve Adela’nın hayal kurarkenki o güzel yüzünün günden güne daha çok solmaya başlaması… Başında sevme güdüsünü belki de gereksiz bulmuş, kurallarla yaşamış, kızının sevgi dolu gözlerinde bile umudu yakalayamamış, aşkı ayıplamış bir anne varken; ne kadar da olası bir durum değil mi? Kızlarının tüm bastırılmış duygularını tek bir erkeğe hapsetmesi bir tesadüf değildir bu yüzden, belki de… Farklı çığlıklar duymaktayız yani oyunda… Aynı hikayeden yola çıkan farklı çığlıklar…
 
   Oyunda birkaç dikkat çekici nokta daha var ki, bunlardan bir tanesi; akıldan yoksul büyükannenin beş kızın da duygularına tercüman olması, her seferinde onların söyleyemediklerini haykırması, ama yine her seferinde “deli” damgasını yiyip susturulması. Ve oyunun birçok yerinde gördüğümüz dilenci kadının “dış dünya”nın sesi olması… Adeta dışarıda olup biteni duyurması. Oyun içerisinde güzel ve ince denilebilecek ayrıntılardan…
 
   Martirio rolündeki Özlem Türkad’a üç farklı yerde önemli ödüller kazandırmış oyun, oyunculuklarıyla da gerçekten göz dolduruyor. Sahne geçişleri, kostümler, dekorun kullanımı; oyunun ahengini arttıran önemli faktörler.
 
   Bu oyunu izlemek, belki de bir anlamda “Geri dön yüreğim…” diyen kadınların isyanını görebilmek, şahit olduğumuz töre cinayetlerine bir kez daha lanet yağdırmak ve insana ait tüm o güzel duyguları büyük bir erdemle taşıyabilmenin ne denli önemli olduğunu anlayabilmek adına, aşkın insan üzerindeki etkisini yeniden keşfedebilmek adına ve gökyüzüne bakarken hayallere dalan o insanların gözlerinde nasıl da ışıl ışıl bir dünya oluşturduğuna şahit olabilmek adına gerçekten izlenmeye değer…  İyi seyirler…
 
***


http://issuu.com/politikadergisi/docs/politika_dergisi_sayi_12/95



-----------------------------------------------


Yalçın DOĞAN

(HÜRRİYET )


Lorca’nın 70 yıl önce yazdığı dram Türkiye’nin bugünkü trajedisi

Lorca’nın yetmiş yıl önce yazdığı Bernarda Alba’nın Evi oyunu Türkiye’nin bugünkü trajedisini anlatıyor adeta.

Ürken toplum baskı altında boğucu bir çaresizlik içinde. O çaresizlik şimdi lav püskürtüyor, yanardağ patlıyor. Yanardağ patladığında, herkes altında kalıyor. Yasaklara karşı çıkarak, yeni yasaklar getirenler en başta.

- Bırakın kaçsın.

- Hayır, öldürsünler.

- Bu kadar çok mu seviyorsun bu adamı?

- Hem de çok. Gözlerine baktıkça, kanı ağır ağır içime işliyor.

Saksılarda sardunyalar. Bir çeşme, kırık dökük bir at arabası. Akdeniz güneşiyle aydınlanan bir Endülüs evinin avlusu. Bernarda Alba’nın Evi.

Eşinin ölümü üzerine, Bernarda evde sekiz yıllık yas ilan ediyor. Evde yaşları yirmi ile kırk arasında değişen beş kızıyla birlikte yaşıyor. Sekiz yıl kızlar dışarıya adım atmayacak, pencereler kapalı kalacak, dünyaya duvar örülecek.

Ev değil, hapishane. Boğucu bir baskı. "Oturun evde oya işleyin." Kızlarıyla övünüyor, "erkek eli değmedi onlara". Oysa, kızların arzusu tam tersi.

Üstelik, bu arada en yaşlı ve çirkin kız, mirastan en büyük pay ona kalıyor, köyün en yakışıklı erkeği, 25 yaşındaki Pepe El Romano ile nişanlanıyor.

El Romano eve bir giriyor, flört etmediği kız kalmıyor. En güzel ve en küçük kız Adela ile ise, duvarlar yıkılıyor, flört ateşli aşka dönüşüyor. Hapishanede yasak aşk. Ablasının nişanlısıyla aşk saatleri.

Faşistlerin kurşunlarıyla can veren İspanyol şair ve yazar Federico Garcia Lorca’nın ölümünden önce yazdığı son eser, Bernarda Alba’nın Evi’ni geçenlerde İstanbul’da, Kağıthane Sadabat Sahnesi’nde izliyorum.

KUSURSUZ YÖNETİM

Engin Alkan’ın kusursuz yönetiminde Ayça Telırmak, Bernarda rolünde, Elçin Altındağ, genç ve güzel kız Angustias rolünde ve diğer kızlar harika bir oyun sergiliyor. Dekor, kostüm, ışık, eserin Türkçesi eksiksiz.

Sevginin, hayata bağlılığın, gençliğin fışkırabileceği bir ev, Bernarda diktasında cehenneme dönüyor. O cehennemde bir yasak aşk. Bernarda’nın elinden eksik etmediği baston, katı yasalar yerine, acımasızlığın simgesi.

Ne var ki, aşk ne baston dinliyor, ne cehennem. En yasak duygu, çölde boy atıyor.

Koyduğu amansız yasağın çiğnenmesiyle çılgına dönen Bernarda’nın gözü hiçbir şey görmüyor. Hatta, diğer kız kardeşler, onca kıskançlıklarına rağmen, en küçüklerinin kaçmasına ortam hazırlarken, Bernarda namusun ancak ölümle temizleneceğine inanıyor. Çok üzülse bile.

Angustias intihar ediyor.

Gitarı ve piyanosuyla besteler de yapan Lorca, ressam Salvador Dali ve film yönetmeni Luis Bunuel’in yakın dostu, İspanyol edebiyatının dünyaya armağan ettiği en büyük, en devrimci yazarlardan biri. Benim çok sevdiğim yazarlardan.

1936 yılında, İspanya İçsavaşı sırasında faşistlerin onu kurşuna dizerek öldürmesi, Lorca’yı daha da ölümsüz kılıyor. Lorca, hüzün ve direniş ve başkaldırıyla özdeş.

BOĞUCU BİR ÇARESİZLİK

Türkiye’nin boğucu günlerinde böyle bir oyunu izlemek, yasaklarla bir yere varılmayacağını bir kez daha gösteriyor. Hele de, o baskıyı yaşamış ilk elden anlatılırsa.

Ancak, baskı iki taraflı. Bernarda’nın baskısı bir yanda. "Yasakları kaldırmak gerek" diyenlerin baskısı öte yanda. "Yasakları kaldıralım" derken, sadece kendisi için açılan özgürlük pencereleri aslında başkalarına yeni yasaklar getiriyor.

Ürken toplum baskı altında boğucu bir çaresizlik içinde. O çaresizlik şimdi lav püskürtüyor, yanardağ patlıyor.

Yanardağ patladığında, herkes altında kalıyor. Yasaklara karşı çıkarak, yeni yasaklar getirenler en başta. Masum bir aşka kapılan genç kız en önce.

Angustias çaresizle kıvranıyor, intiharı seçiyor. Toplum gözü önündeki intiharla, aslında Bernarda’nın dolaylı cinayetiyle, kendine yeni bir yol arıyor.

Lorca’nın yetmiş yıl önce yazdığı dram, Türkiye’nin bugünkü trajedisi.



****

Yaşam Kaya Eleştirisi

17 MART 2008

Faşist Franko' dan
Bernarda Alba' nın Evine
"Bernarda Alba' nın Evi"
İstanbul Şehir Tiyatroları

İstanbul Büyükşehir Belediye Tiyatrosu, son dönemde sahne yıkımları ve değişen yönetim sistemi ile gündemde. İstanbul kentinin en büyük tiyatro oluşumu, 2007/08 sezonunda oyunlarıyla değil ama maalesef oluşan kargaşa ile gündeme geliyor. Bu kargaşayı çıkaran kişilerin amaçları hedefine ulaşıyor. İstanbul Şehir Tiyatrosu' nun sonu pek parlak görünmüyor. Yanlış oyun seçimleri, yöneten takımın sürekli tiyatroya ket vurması oyuncuların da moralini bozmuş durumda. Sahnede oynanan oyunun içine başka düşünceler girince, olmuyor, oyunun mayası tutmuyor. “Bernarda Alba' nın Evi” bu durumdan az da olsa sıyrılmışa benziyor.

Yöneten ve Teknik Ekip
Oyunu sahneye Engin Alkan koymuş. Yöneten anlamında iyi bir iş çıkarmış. Sahne grafiğini iyi tespit etmiş Sayın Alkan. Kadınlara yönelik bağnazca düşüncenin ne denli iğrenç olduğu konusuna dikkat çekmiş. Günümüz Türkiye'sinin kadına olan yaklaşımını da sahneden göstermiş. Oyuncu bayanların rol seçimleri de çok doğru olmuş. Bedensel hareketlilikte bir takım sorunlar mevcut. Oyunun belli bölümlerinde giyilen gecelikler bayan oyuncuların oturup kalkmasını gölgeliyor. Oyuncu, izleyenleri düşünerek oyun içinde bir takım yavaş ve aksak hareketlerde bulunabiliyor. Doğal hareketlilik sahnede bir anda yok olabiliyor. Hale Toledo çevirisine de yazacaklarım var. Oyunun diyalog bölümleri nedendir bilinmez şiir gibi konuşmalarla geçiyor. Tamam 1930' lu yılların kadınlara uyguladığı baskıcı despotizm ve trajik bir öykü var ortada. Ama illa ki trajedi denilince neden 'şiirsel' konuşmalar ortaya çıkar? Çeviriyi yaparken diyalogların akıcılığına biraz daha dikkat etmek en mantıklı olanı…

Ayhan Doğan, uyguladığı dekor ile muhteşem bir çıkarmış. Elbette bu dekoru ışıksız düşünmemek lazım. Işıkla dekorun bu denli iç içe girdiği bir gösteri izlemek izleyenleri de büyülüyor. Işıkta Özcan Çelik dekorla iyi birer ikili oluşturmuşlar. Bahçe bölümünün gece oluşan nüansında her iki kişinin kıvrak zekasını izliyoruz. Kostümde Nihal Kaplangı konuya uygun dönem elbiseleri seçmiş. İyi güzel de o geceliklerin halini hiç mi hiç beğenmedim. Beyaz, kefen gibi gecelikler herkesin üzerinde. Genç ve yaşlı olma bağımında gecelik çeşitliliği oluşturulsa hiçte fena olmazmış.

Oyunun Konusu
İspanyol edebiyatının önde gelen temsilcilerinden Federico Garcia Lorca'nın 72 yıl önce yazdığı metin, ayrıca yazarın öldürülmeden önce yazdığı son oyunu olma özelliğini taşımaktadır. Bernarda Alba' nın evinde cenaze töreniyle başlayan oyunda; Despot Bernarda Alba (Ayça Telırmak), Akli Dengesi Yerinde Olmayan Annesi Maria Josefa (Bercis Fesçi) ve değişik yaşlardaki beş kızıyla yaşadığı evde sekiz yıllık yas ilan eder. Bu zaman zarfında kendisi dahil kimseler evden dışarıya adım atamayacaktır. Pencereden dahi dışarıya bakmak yasaktır. Evde bulunan kızlar 8 sene boyunca erkeksiz ve bakire bir hayat geçireceklerdir.

Fakat evdeki kızlardan, 39 yaşındaki Angustias'a bir talip çıkar. Kasabanın yakışıklı erkeği 25 yaşındaki Pepe El Romano'nun yaşlı ve kalacak mirasla zengin olacak kişiyle nişan yapması, evdeki çıkmazları daha da karmaşık hale dönüştürür. Kardeşler arasında kıskançlık boy gösterir. Pepe El Romano için kız kardeşler birbirlerine düşerler.

Yazar Lorca, İspanyolların en kanlı dönemi olan Faşist Franko Rejimi' ni Bernarda Alba' nın üzerine yükleyerek sahneye taşımış. Bernarda' nın kızlarına yaptığı despotizm dönemin koyu Katolik baskıcı din hegemonyasını ve Franko' nun halkı yıldırma hamlelerini simgeliyor. Sevgili Engin Alkan'ı kutluyorum, bu denli bir konuyu sıraladığım durumları kotararak sahneye taşımış.

Oyuncular
Ayça Telırmak, Bernarda Alba rolü ile karşımızda. Öncelikle duruşu ile karakterine hayat veriyor. O despot anne tavırları daha sahnedeki duruşunda beliriyor Sayın Telırmak' ın. Anne rolü için biraz 'genç' görünse de, tavırları ve davranışları ile rolünü kurtarıyor. Bercis Fesçi, Maria Josefa' nın kaçık ruh halini iyi incelemiş. Rolünün psikodinamik yapısını güzel tespit etmiş. Hülya Arslan' nın 'hizmetçi' rolü çok mühim. 2 lokma yemeği yemek için kendinden geçercesine yemeğe saldırması, dönemin sosyal sınıf sıkıntısını ön plana çıkarıyor. Sevil Akı, Özlem Türkad, Ayşen Çetiner, Elçin Altındağ, Aslı Nimet Altaylar için yazacaklarım hemen hemen aynı. Askeri baskıya, töre baskısına ve aile içi şiddete maruz kalan kadınların bütün ruh halini sahneye taşıyorlar. Sadece şunu söylemek istiyorum; akşamın karanlığında evin bahçe kısmında neden üzerlerini örtme telaşına giriyorlar?

Engin Alkan iyi bir iş çıkarmış. Fakat oyuncuların oyuna adaptasyon sorunları var. Bunu da İstanbul Şehir Tiyatrosu' nun son dönemde yaşadığı kaosa bağlıyorum. Önce Sevgili Engin' i sonra ekibin tamamını kutluyorum. Oyun Şehir Tiyatroları'nda devam ediyor. Bu sezon içinde mutlaka izlenmeli. İyi seyirler…

Dip Not
Marx' ın 'yabancılaşma' teorisini mutlaka irdeleyin. İrdeleyin ki içinden geçtiğimiz dönemin baskıcı, despot yapısını anlayın. Bir kez de olsa 'kapitalist sömürü' nün dışından bakın olaylara




***

'Bernarda Alba’nın Evi’ni kaçırmayın

İspanyol yazar Lorca’nın öldürülmeden önce yazdığı son oyunu 'Bernarda Alba’nın Evi’, İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sahneleniyor. Oyunda esnemez töreler, toplumsal ve dini baskılar irdeleniyor

26 Ocak 2008 Cumartesi

KRİTİK / Asu Maro Duvarlardaki saksılardan sakız sardunyalarının sarktığı, ışıklı, iç açıcı bir avlu... Akdeniz güneşiyle aydınlanan bir Endülüs evi. Bir çeşme, kırık dökük bir at arabası var... Önde de upuzun beyaz saçlı, renkli tokalar, incik boncuklarla süslü, “dilek ağacı” gibi bir kadın... Maria Josefa. Oyunun “meczubu”, aynı zamanda dillendirilemeyen bütün gizli arzuların sözcüsü.

Burası Bernarda Alba’nın evi. İspanyol edebiyatının önde gelen temsilcilerinden Federico Garcia Lorca’nın 72 yıl önce “inşa ettiği” bir ev: Esnemez törelerin, toplumsal ve dini baskıların “kale”si. Lorca’nın “Kanlı Düğün” ve “Yerma”yla başlayan ünlü “üçleme”sinin son halkası ve aynı zamanda faşistlerce öldürülmeden kısa süre önce yazdığı son oyunu.

İstanbul Şehir Tiyatroları’nda, yetenekli oyuncu ve yönetmen Engin Alkan’ın rejisiyle sahneleniyor “Bernarda Alba’nın Evi.” Lorca’nın İspanyol köylü kadınlarının kıstırılmış, trajik yaşamlarını anlatmak üzere kurguladığı oyunun evrenselliği ve ölümsüzlüğü iç acıtıcı.

Despot abla, çatlak anne
Evden bir ölünün, ailenin tek erkeğinin cenazesinin çıktığı gün başlıyor hikaye. Baskıcı ve despot Bernarda Alba (Ayça Telırmak), “çatlak” annesi Maria Josefa (Bercis Fesçi), yaşları 20 ile 40 arasında değişen beş kızı ve iki hizmetçisiyle yaşadığı evde sekiz yıllık yas ilan ediyor. Bu süre boyunca kimse evden çıkmayacak, pencereler, kapılar tuğlayla örülmüş gibi davranılacak, dışarıdan içeri hava sızmayacak. “Oturun çeyizlerinizi işleyin, bol vaktiniz olacak” diyor ellerine erkek eli değmemiş olmasıyla övündüğü kızlarına... O çeyizlerle beraber mezara gidecekleri belli değilmiş gibi.

Ancak bu arada Bernarda’nın ilk kocasından olma, 39 yaşındaki Angustias’a bir talip çıkıyor. Köyün en yakışıklı erkeği olan 25’lik Pepe el Romano’nun en yaşlı ve hastalıklı ama öz babasından kalan mirastan ötürü de en varlıklı kardeşle nişanlanması, zaten zor dengede duran yas evini alt üst ediyor.

Delidir, ne dese yeridir
Aralarında pek de şefkatli bir ilişki olmayan kızkardeşlerin her biri diğerine diş bilerken, en genç ve güzelleri olan Adela, Pepe’ye olan tutkusunun “kurbanı” oluyor.
Çünkü, oyunda çeşitli vesilelerle vurgulandığı gibi, arzularına gem vuramayan kadının sonu feci olacaktır.

Bir tek anneanne Maria Josefa haykırabilir kızların bastırılmış duygularını, ama o da “delidir” zaten, ne dese yeridir... Susturulamasa da kapatılır, komşuların görmeyeceği şekilde üzerine kilit vurulur.

“Bernarda Alba’nın Evi”, Franco rejiminin, yaklaşan çizme seslerinin boğucu atmosferini bir eve sığdırıyor. Kızları üzerinde kurduğu diktatörlükle özelde Franco’yla, genelde tüm iktidar sahipleriyle özdeşleştiriliyor oyunun ana karakteri Bernarda. Tüm ataerkil değerlerin, “Kadının yeri evidir” diyen baskıcı törelerin, şiddetin temsilcisi.

Oyunu Katolik öğelerden mümkün olduğunca arındırarak bağnazlığın evrenselliğinin altını çizmeyi seçen Engin Alkan, kasvetli olmasıyla bilinen “Bernarda Alba”dan alışılmışın dışında dinamik, renkli bir oyun çıkarma yoluna gitmiş. İyi de etmiş, din baskısı-tör-askeri rejim kıskacında sıkışmış insanların öyküsü zaten yeterince boğucu ve 'tanıdık’.

El değmeden yaşamak
Politik mesajların slogana dönüşmeden oyunun içine “yedirilmesi” metnin değerinden bir şey kaybettirmediği gibi, etkileyici ve Lorca’ya yaraşır olmuş. Oyunun tamamını tek mekana, bir tür hapishane olan evin “avlusu”na taşımış Alkan. Bütün odalar buraya açılıyor, her şey bu ortak alanda olup bitiyor. Avlu da, evin dışındaki karabasana inat, alabildiğine aydınlık. Ama işte, dışarının “havası” içeriye de sızıyor çaresiz...

Evi, beklenmedik yeni bir cenazeyle ikinci kez yasa bürünürken, “Ağlamak istemiyorum, ölümü sakin karşılamalıyım” diyen Bernarda Alba’nın tek derdi, komşuların olan biteni duymaması... El değmeden yaşar onun kızları, öyle de ölür... “Susun, susun dedim!” diye emrediyo ev ahalisine:
“Susun!” Susuyorlar.

Ama kırık kolların yen içinde kalmasından usananlara “Susmayın!” diyen bir ses yükseliyor Şehir Tiyatroları sahnelerinden... Ta 1936 yılından kopup gelen, bir baskının kurtuluşunun bir diğerinde olmadığını söyleyen bir ses... Kulak vermenin vaktidir..




***

Erman Bağrı

Bernarda Alba’nın Evi... Sadece oyunun ismine bakmak bile birkaç done almaya yetiyor belki de. Bir ev ve evin içinde yaşanacakların gözler önüne serileceği hissini uyandıran bir isim. Ama daha salona adımınızı atarken bu evin sizi saracağını düşünemiyorsunuz işte. İlk bakışta olağanüstü bir dekorla karşı karşıya geliyorsunuz. Hafif ışık altında kaba taslak seçiliyor belki ama yine de sizi etkilemeye yetiyor. Yerinizi almaya çalışırken bir yandan da salona verilmiş olan konuşmaları dinliyorsunuz diğer tüm seslerin arasında. Kendinizi uzun süre bu sese vermek zor ama eğer başarabilirseniz, maçtan önce ısınmasını tamamlamış bir sporcu gibi sıcak başlıyorsunuz oyuna. Oyuncuların seslerinden oyuna dair, az sonra izleyeceğiniz olaylar silsilesine dair ufak doneleri yakalayabiliyorsunuz. Tüm hazırlıklar tamam ve ışıklar açılıyor..

Işıkların yanışıyla muhteşem dekorun ayrıntılarını seçebilir hale geliyorsunuz. Görünüş olarak büyük bir evin avlusunu andırıyor. Sağda ufak bir giriş ve hemen yanından başlayan kemerli yapı size büyük bir ev’in içini izlediğiniz hissini veriyor. Anlıyorsunuz ki tüm fırtına bu alanda kopacak. Solda önde ufak bir çeşme ve hemen arkasında da hem görüntü hem de işlevsellik açısından oldukça güzel olan bir at arabasının arka kısmını görüyorsunuz. Genel olarak bakıldığında dekor son derece işlevsel ve göze hoş geliyor.

Tüm bu etkinin altında, izlerken kendinizden geçeceğiniz birbirinden muhteşem oyunculuklar sergileniyor. Her bir oyuncu üstlendiği rolün hakkını öylesine iyi veriyor ki, en ufak bir aykırılık göze çarpmıyor.

Evin tek hakimi Bernarda rolünde “Ayça TELIRMAK” duruşu, ses tonu ve otoriter bakışlarıyla öylesine etkileyici ki, insan zaman zaman “yazık bu evin içindekilere” demekten kendini alamıyor. Yazarın vermek istediği baskıcı kimliği üzerinde en iyi taşıyan oyuncu olduğu açıkça görülüyor. Oyun boyunca çizgisinden en ufak bir sapma göstermiyor ve oyunun sonunda kızının ölümüyle içsel çöküntüsünün doruk noktasına ulaşıyor. Kişisel olarak yakalamayı başardığım en etkileyici ayrıntı ise;Gece sahnesinde, en küçük kızı Adela’nın, onun bacağına sarılmış konuşurken, Bernarda’nın onun başını okşamak isteyip, dış baskıların üzerinde bıraktığı etki ile bundan vazgeçip onu kendinden ayırması oldu. Belki de oyunun en önemli anlarından biri buydu. Öylesine açık, öylesine duygu yüklüydü ki, yazar’ın bu anı gözleriyle görmesini istedim.

Oyunun en kilit oyuncusu La Poncia rolünde karşımıza "Sevil AKI" çıkıyor. Bir insan bu oyunda kadar Poncia olabilirse, o bunun bir fazlası oluyor işte. Oyun boyunca kullandığı birbirinden farklı mimikleri, olağanüstü ses tonu ve bakışlarıyla oyunun hem en sempatik karakterine bürünüyor hem de oyunun temposundaki değişimleri sağlar bir konuma geliyor. Seyirci onu izlerken kimi zaman gülüyor kimi zaman ise onun tanıklık ettiği acıların etkisini kendi üzerinde hissederek nefesini tutuyor. Oyun kurgusu içinde öylesine farklı değişimler gösteriyor ki, bunu yapmadaki başarısına hayran olmamak imkansız hale geliyor. Metnin içine gizlenmiş en vurucu cümlelerdeki bakışları ile etkinin katlanarak artmasını sağlıyor. Oyunu böylesine kabullenmiş bir oyunculuk nadir görülen bir şey olsa gerek. Bunun en büyük kanıtı ise, oyunun finalinde, selam verilirken göz yaşlarını tutamıyor oluşu sanırım. Kendisini özellikle genç oyuncu adaylarının şiddetle takip etmesi gerektiğini düşünüyorum.

Martirio rolünde izlediğimiz "Özlem TÜRKAD" da yine rolünün hakkını sonuna kadar vermeyi başarıyor. Oldukça zor bir vücut formu almış olmasına rağmen oyun boyunca performansında en ufak bir düşüş yaşamıyor. Yazarın dramatik yapıyı kurarken en çok yüklendiği karakterlerden biri olan Martirio, Özlem Türkad’ın bakışlarında, söyleyişinde ve hatta nefes alıp verişlerinde kendisini öyle iyi ortaya koyuyor ki, oyunun sonunda tüm oyuncuları olduğu gibi onu da ayakta alkışlamamak mümkün değil.

Amelia ve Magdelena rollerini üstlenmiş olan iki deneyimli oyuncu "Ayşen ÇETİNER" ve Neslihan "ÖZTÜRK", evin baskıyı en çok kabullenmiş iki kızını oynarken son derece başarılılar. Oyunun ana baskı noktası Bernarda ile buna başkaldırıyı gerçekleştiren Adela arasındaki köprüyü kurduklarını söyleyebilirim. Oyun boyunca tempolarını koruyor ve rollerinin hakkını veriyorlar.

"Elçin ALTINDAĞ", yalnızca bakışlarıyla dahi Lorca’nın yaratmak istediği Angustias karakterini yakalamış görünüyor. Diğer kardeşlerinin yarattığı baskıya rağmen mutlu olmaya çalışan ve evlenecek olmasının tadını çıkarmaya çalışan üvey abla rolünde son derece başarılı. Oyunun sonuna kadar ne duruşundan ne de bakışlarındaki saflıktan ödün veriyor. Oyunun sonunda yaşadığı şokun etkisini de oldukça başarılı bir biçimde seyirciye aktarmayı da başarıyor.

Evin en küçük kızı, fırtınaların tam ortasında yer alan Adela rolünde "Aslı ALTAYLAR", bana göre rol için biraz fazla olgun görünüyor. Yazarın oyunla vermek istediği toplumsal baskının insanlar üzerindeki etkisini oyunun en küçük karakterine yüklemesindeki çarpıcılığı daha çocuksu görünen bir oyuncunun vermesi gerektiğini düşünüyorum. Çocuk masumluğunun genç kızlığa yansıyan ilk zamanlarını yaşayan bir oyunculuk biçimi, oyunun finalinde yaratılan etkiyi katlayacaktır diye düşünüyorum. Tüm bunlara rağmen Aslı Altaylar, gerek ses kullanımı gerekse bedenini kullanmadaki başarısıyla takdir topluyor. Özellikle tam karşı cephesinde duran kardeşi Martirio ile karşı karşıya gelişleri ikisi arasındaki savaşı gözler önüne seriyor.

Oyunun en farklı karakterlerinden biri evin ninesi olan Maria Josefa. Bu rolün gereklerini en iyi biçimde yerine getiren oyuncu ise "Bercis FESCİ". Bakışları, ses tonu ve vücuduna aldırdığı formlar ile seyirci üzerinde son derece olumlu bir etki bırakmayı başarıyor. Aklî dengesi bozulmuş birini oynamanın zorluğuna rağmen, oyun boyunca aynı etkiyi koruyor ve geçmiş ile şimdiki kuşak arasında yaratılan sorunsalın etkilerin rahatça gözlemlenebilmesini sağlıyor.

Dilenci Kadın ve Hizmetçi rollerinde izlediğimiz "Oya PALAY" ve Hülya ARSLAN" da diğer oyuncular gibi üzerlerine düşen görevi en iyi biçimde yerine getiriyorlar. Özellikle Oya Palay’ın dışarıda bir kadının linç edilmesine katılıp evin içine geri gelişiyle yarattığı etki, evin içinde olduğu kadar salondaki seyirciyi de çarpıyor. Belki de körü körüne kabullenilmiş toplumsal kuralların, baskı ve şiddetin en önemli göstergesi bu kısacık ama bir ömür kadar uzun sahnede ortaya koymayı başarıyor Oya Palay.

Genel olarak oyunun değerlendirmesini yaparsak, başta oyunun yönetmeni "Engin ALKAN" olmak üzere tüm oyuncuların Garcia Lorca’nın anlatmak istediklerini çok çok iyi kavradıklarını söyleyebilirim. Oyunun işlenişindeki kusursuzluk, oyunculukların olağanüstü performansları ile yoğrulup, son derece güzel müzikler ile de bütünleştiğinde ortaya seyir zevki yüksek, her yönüyle takdir edilmesi gereken bu mükemmel oyun ortaya çıkıveriyor. Tüm kadroyu ayakta alkışlıyor ve başarılarının devamını diliyorum.



***


Bernarda Alba'nın Evi'nde yas var

HÜSEYİN SORGUN 31 Aralık 2007, Pazartesi / Zaman Gazetesi

Bernarda Alba'nın Evi örnektir bu söylediklerime. İspanyol edebiyatının güçlü kalemi Federico Garcia Lorca'nın yazdığı son oyun Bernarda Alba'nın Evi, kadınların dünyasında bir yolculuğa çıkarıyor seyirciyi. Oyun, İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda Engin Alkan rejisiyle sahneleniyor.

Bernarda Alba (Ayça Telırmak), ikinci kocasını da toprağa gömüp, yas tutanları savuşturduktan sonra hane halkına ilan eder yas geleneğini: "Sekiz yıllık yas süresince, sokaktan hava sızmayacak içeri. Kapılar, pencereler tuğlayla örülmüş gibi davranacağız. Babamın evinde de böyle olmuştur." İlk eşinden bir, ikinci eşinden dört kızı, iki hizmetçisi ve annesi ile birlikte yaşayan Bernarda Alba, varlıklı, gururlu ve sert bir kadındır. O, yas ilan edip bunu sürdürmekte kararlı görünürken, evlenme çağındaki kızları için durum hiç de kanıksanacak türden değildir.

Bernarda'nın kocasının neden öldüğünü bilmeyiz. Bildiğimiz bir şey vardır ki, avlunun dışında hayat hiç de iyiye gitmemektedir. Ve Bernarda kocasının yokluğunda, beş kızının namusunu korumanın ağırlığını üzerinde hissetmektedir. Evin sınırlarını avlu duvarlarıyla çizmesinin nedeni budur. Ancak dışarıdaki değişim içeride gelgitler meydana getirmekte gecikmez. Kurallara ilk isyan seksenine dayanmış yaşı ve yarı meczup haliyle annesi Maria Josefa'dan (Bercis Fesçi) gelir. Bu öylesine önemsenecek bir durum değildir, küçük kızı Adela'nın (Aslı Altaylar) durumunun yanında. İlk eşinden olma büyük kızı Angustias (Elçin Altındağ), Pepe adlı gençle nişanlanırken, bu genç adam birçok yürekte başkaca gelgitlerin izlerini bırakacaktır. Ne küçük kardeşi Adela'yı yüreğinden geçenleri dile döktüğü için ayıplayan Martirio (Özlem Türkad), ne umursamaz tavırlarına rağmen Amelia (Ayşen Çetiner), ne de çoktan vazgeçmiş görüntüsüne rağmen Magdelena (Neslihan Öztürk) kayıtsız değildir olan bitene.

Bu yolculukta Bernarda'nın da gözlerini açmaya çalışan sırdaşı La Poncia (Sevil Akı) olacaktır. Ancak gecenin karanlığı çöktüğünde gerçeklerin başka çehreye bürünmesi doğaldır. Avlunun dışından gelen dilenci kadın (Oya Palay), aslında dışarıdaki hayatın bir suretini verir. Arada bir duyulan sesler ve bir kadının namus yüzünden katledilmesi de dışarıya dair bilgiler arasındadır.

Bernarda Alba'nın Evi, kocasını kaybetmiş bir kadının, babalarını kaybetmiş beş kız kardeşin ve hepi topu on kadının ortak öyküsünü sahneye taşıyor. Lorca'nın anlattığı öykü, Engin Alkan'ın ustalıklı rejisi ve oyuncuların en ince detaylarına kadar canlandırdığı kadın karakterler ile sıcak bir anlatı olarak akıp gidiyor. Bir masal atmosferinde başlayan oyun, yalın bir gerçekle sonlanırken, özenle hazırlanmış gelinlik kefene dönüşüyor. Korkuların gölgelediği kadın yaşamlarından izdüşümlerle ilerleyen Bernarda Alba'nın Evi ikinci bir yasla sarsılırken, geriye duygusal gelgitlerin örselediği yorgun kadınları miras bırakıyor. Bir de avlunun içine sızıp dengeleri altüst eden Pepe'yi...

Bernarda Alba'nın Evi'nden bir ışık sızıyor dışarı... Asırlık korkuları ürküten ve insan sıcaklığını hissettiren bir ışık... Pepe, bu ışığın izini sürüyor...

Sahi onun öyküsünü kimden dinlemeli?

Belki de bütün kadınlardan!..

HÜSEYİN SORGUN



***

Eleştiri: Bernarda’nın kanlı zinciri

Faşist Franco’nun paramiliter güçleri olan Falanjistlerce öldürüldüğünde hayatının baharındaydı Federico Garcia Lorca. 1936 yılında mahkemesiz ve sorgusuz bir biçimde infaz edildiğinde otuz yedi yaşındaydı, ardında onlarca şiir ve tiyatro eseri bırakarak cennete göç etti. Lorca köklü Ispanyol edebiyatının genç bir yetenek olarak yegane sürdürümcüsü oldu yaşadığı yıllarda (1999-1937). Yapıtlarında İspanyol halk edebiyatının geleneksel motifleri olan halk masalları, efsaneler ve deyişleri şiirsel bir dille ustaca kullanarak modern İspanyol tiyatrosunda haklı ve önemli bir yer edindi..

Lorca başta kadın sorunsalı olmak üzere aşk, evlilik, cinsellik, töre, kıskançlık temalarında oyunlar kurgulayarak yaşadığı yıllarda hayatı farklı bir düzlemde algılayan ve yaşayan, yaşadığı gibi yazabilen tutarlı bir devrimci olarak üretimlerde bulundu. Sanat yaşamına şiirle başlayan ve ilk dönemlerde yazdığı şiirleri Roman cero Gitarno (Çingene Baladları) adıyla yayınlayan Lorca, daha sonra tiyatroya yöneldi ve Marina Pineda, Eskicinin Tazesi, Kız Kurusu Gül Hanım, bir üçleme olarak yazdığı Kanlı Düğün, Yerma ve Bernarda Alba’nın Evi gibi önemli yapıtları dünya tiyatro literatürüne kazandırdı.

İstanbul Şehir Tiyatroları bu üçlemenin sonuncusu olan Bernarda Alba’nın Evi adlı oyunu, Hale Toledo’nun çevirisi ve Engin Alkan’ın sahne yorumu ve uygulamasıyla seyirciyle buluşturdu. Dekor tasarımını Ayhan Doğan’ın kostüm tasarımını Nihal Kaplangı’nın yaptığı oyunun ışıkları ise Özcan Çelik’e ait.

Bernarda Alba’nın Evi’nde yazar, ikinci kocasını henüz gömmüş, otoriter, onurlu ve törelerle kendini var etmeye adamış Bernarda ve yaşları yirmi ile kırk arsında beş kızının trajik öyküsünü anlatıyor.

Bernarda ikinci kocasını ölümü ile kızlarını evde toplar ve 8 yıllık yas boyunca nasıl yaşayacakları ve hangi kurallara riayet edeceklerini sert ve otoriter bir tavırla kızlarına söyler. Kızlar evden dışarıya çıkamamakta ancak evin avlusuna hava almak için çıkabilmekte, sokağı da sadece kendi odalarının pencerelerinden görmektedirler. Evin en küçük kızı Adele, “Benim derim de sizinki gibi olsun istemiyorum. Yarın yeşil fistanımı giyeceğim ve sokağa çıkacağım” diyerek bu ‘manastır’ yaşamına ilk itiraz eden ve bu asiliğini canıyla ödeyen bir isyankar olarak karşımıza çıkar.

Kadının töre ve aşk kıskacında özgürlüğünün elinden alınması ve düşürüldüğü dramatik durumunun tarafsız, gerçeğe yatkın ve nesnel anlatımı olan Bernarda Alba’nın Evi, ele aldığı konunun yetkince anlatımı, dramatik kurgusu ve iç gerilimi ile Lorca’nın en sağlam oyunu olarak kabul görmüş, evrensel anlamda bir başyapıttır.

Yönetmen Engin Alkan, oyunun sahne yorumunda farklı bir çeviri ile işe koyulmuş ve şimdiye kadar bilinen Turan Oflazoğlu çevirisini öteleyerek Hale Toledo’nun çevirisini tercih etmiş. Ancak başta söylenmeli, çeviri dilsel kırılmalar içeriyor. Örneğin bulundukları yerleşim yerine kimi yerde köy, kimi yer de kasaba deniliyor. Bir başka yerde tanrı, bir başka yerde Allah deniliyor vs.

Ancak Engin Alkan’ın Lorca’ya yaklaşımını dürüst ve iyi niyetli bir girişim olarak sahnedeki yorumundan çıkarmak mümkün. Alkan yorumunda üç perdelik oyunu iki perdeye indirerek, anlatımı güçlendirmiş ve konuyu daha özlü ve daha anlaşılır bir reji yorumuyla sahneye taşımış. Yorumunu, töre ya da başka gerekçelerle bastırılan duygular ve kuşatılmış hayatların trajik sonuçları üzerine kuran Alkan, yorumuyla bugünün gerçekliğine de özel bir vurgu yapıyor ve trajik olanı neden sonuç bağlamında tartışmaya açıyor.

Oyunda bir başka önemli unsur da teknik tasarımın başarısı, dekor, kostüm ve efektler oyunun görsel anlatımını güçlendirdiği gibi aynı zaman da oyun kişilerinin (özellikle kızların) ruhsal ve duygusal durumlarını yansılaması anlamında özel bir vurgu içeriyor. Engin Alkan oyunu baştan sona yanı başında kilise bulunan varlıklı olduğu her halinden belli olan evin avlusunda devindiriyor. Sahne tasarımının bu yorumla düzenlenmesi ve aksiyonun avluda anlatımı hem dinsel ve töresel esareti hem de kapatılmışlığın ve özgürlüksüzlüğün trajik vurgusu imleniyor. Ayrıca oyunda kullanılan müzik ve efektler sahnede olağanüstü bir atmosfer yaratıyor.

Oyunculuklarda ise kimi sorunlar olmasına karşın genel olarak, tragedyanın bütününün anlatımında ses, tavır ve duygu değişimi özel bir çabadan söz edebilmek mümkün. Oyuncuların Lorca’yı algılayış ve anlatımlarının doğru ve tutarlı bir çizgide giderken kimi rollerde duygusal derinliğin yeterince açığa çıkarılamadığı gibi bir izlenim ediniliyor.

Sonuç olarak Lorca’nın ve kadın doğası, kıskançlık, bastırılmaya çalışılan cinsel dürtüler gibi insana dair psikolojik değerlerle tamamladığı gerçeğe yatkın, kendi yaşadığı coğrafyanın da kültürel değerleriyle harmanladığı tragedyası Engin Alkan’ın yönetiminde amacına ulaşıyor ve görsel olarak başarılı bir seyirlik ortaya çıkıyor.

Metin Boran-m.boran@mynet.com
Evrensel Gazetesi
01/01/2008




***

BERNARDA ALBA’NIN EVİ

7-9 Kasım 2007
Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi

Burçak ÇÖLLÜ

İçimde bir hoşnutluk var.
Zira, Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi’ nde, Bernarda Alba’ nın Evi’ ni izledim.
Tiyatro seyirciliği maceramın bir numaralı kahramanı olan İBB Şehir Tiyatroları’ yla, geçen sezon sancılı bir ilişkimiz vardı…Bu sancı, biletlerin satışı bir bilet firmasına teslim edilip, o firmadan kaynaklanan aksilikleri yaşamak zorunda bırakılışımızla başladı.
Biletleri bir liraya satarak yapılan beceriksizce promosyon ve tiyatronun, tiyatrocuların düşürüldükleri durum, sırf neredeyse bedava diye asla cazip bulmayacağı oyunlara bilet alıp oyunu kendilerine de, oyunculara da zehir eden seyircilerin kulağımıza gelen haberleri var sonra.
Muhsin Ertuğrul Sahnesi yıkıldı yıkılacak diye diken üstünde, bütün bir sezon internette reklamı yapıldığı halde asla oynamayan Saygılı Yosma’ nın oynatılmama sebeplerini düşünüp dururken biz, bir türlü şöyle koltuğumuza kaykılıp zevkten dört köşe olarak izleyebileceğimiz bir oyun bulamayışımız, bulduklarımızı – sanki zaten olması gereken bu değilmiş gibi - başımıza taç diye konduruşumuz, şahit olduğumuz şaşılası isteksizlikteki oyunculuklar, şaşılası hantallıktaki rejiler, müzikli oyunların müzikal yetersizlikleri derken, Şehir Tiyatroları’ ndan bütünü bütününe kopmayışımız, geçen sezonun yapımlarından Keşanlı Ali Destanı’ nın, Barut Fıçısı’ nın, Titanik Orkestrası’ nın yüzsuyu hürmetine olsa gerek.
Uluslararası Mekan Tiyatro Festivali’ nin de yapılmadığı bir yazı geride bıraktıktan, 2007-2008 sezonu adeta bariz bir tekseslilikle başladıktan sonra, sezonun ikinci ayında, Üsküdar’ da Bernarda Alba’ nın Evi’ ni izledim.
Şimdi içimde bir hoşnutluk var.

Çünkü Engin Alkan, hala Şehir Tiyatroları’ nda. Hala oyun koyuyor sahneye. Hala aydınlık şehidi bir yazarın oyununu; kimsenin yapmadığını yapıp internette açık prova günlükleri yayınlayan bir rejisörün temiz, pürüzsüz ve yaratıcı rejisiyle izlememiz mümkün.
Çünkü, Şehir’ de hala muhteşem oyuncular var. Bernarda Alba olmak için yaratılmışçasına oynayan Ayça Telırmak, bir insan en fazla ne kadar Poncia olabilirse sahnede o kadar Poncia olarak her rolün oyuncusu olduğunu ispat eden Sevil Akı, kanlı canlı bir Amelia yaratan Ayşen Çetiner, Angustias’ ta kusursuz inandırıcılıktaki Elçin Altındağ, kendisine dair ezberimizi Dilenci Kadın’ la bozan Oya Palay... Ve Martirio rolünde içinden görülmedik, duyulmadık bir cevher çıkaran, kendisini önceden bilmeyenleri duygulandıran, bilenleri ise büyüleyen Özlem Türkad...

İçimde bir hoşnutluk var çünkü tiyatronun, Şehir Tiyatroları’ nda kaybettiğim o büyüsünü, yine Şehir Tiyatroları’ nda anımsadım.

Bu oyunu gidip görmenizi tavsiye ederim. Belki hayatınızdaki eksikliğin farkında bile değilsiniz, izledikten sonra farkına varacaksınız.

Belki sadece güzel rejinin, güzel dekorun ve ışığın, cüretkâr farklılıktaki kostümün, özenle seçilmiş müziğin, vurucu hikayenin ve üst düzey oyunculuğun tadını çıkaracaksınız.

Belki de, insan ruhunun, insan sıcaklığının, tabulara, bağnazlığa, aile ve çevre baskısına karşı duruşuna yazılmış bu en kalp acıtıcı övgü, size bir şeyler söyleyecek. İnsan üstünde kurulan baskının, sonunda nasıl ters tepebileceğine dair bir söz? Belki de günümüze dair bir kelam?
Belki de değil...

Başka bir şey için değilse de, Bernarda Alba’ nın Evi’ ni, sadece tiyatroyu sevdiğiniz için izleyin.

www.herkesetiyatro.com


***


ELEŞTİRİ: BERNARDA'NIN EDEP CİNAYETİ

İ.B.Ş.T' bu sezonda da son derece güzel hazırlanmış iddialı bir oyunla karşimızda. "BERNARDA ALBA'NIN EVİ" Bu oyunu okurken bile ruhunuzu ağır bir trajedi burukluğu kaplıyor. Gizli gerçeği damarlarınıza kadar yaşiyorsunuz. Bu evin içinde boğuluyorsunuz çünkü, aşk yok, sevgi yok, neşe yok, her yer siyaha bürünmüş, yasa bürünmüş, sönmüş kalpler ve tükenmiş ümitlerle dolu. Tutkuların yoğunlaşip alevden bir fırtınaya dönüşeceği günü, an be an takip ediyorsunuz. Aşk'ın, sevginin insan üzerindeki yoğunluğuna tanık olurken, erkeğin kadın üzerindeki, kadının erkek üzerindeki, aşkın insan üzerindeki, insanın insan üzerindeki önemini gözlerinizle görüyorsunuz. Oyunun konusu; "Güçlü ve varlıklı bir kadın olan Bernarda kocasını yeni kaybetmiş evini dış dünyaya kapatmıştır ve sekiz yıllık yas ilan eder. Yaşlı annesi, hizmetçisi ve yardımcısı Poncia ve beş kızı ile birlikte yaşar. Aileyi despotça, kendi erdem ve istekleri doğrultusunda yönetir. Ev sanki ev değil, hapishanedir. Baskı altındaki kızlar büyük sorunlar yaşar öyle bir sorun ki hepsi tek bir erkeğe muhtaç olacak kadar, tek bir erkeğe aşık olacak kadar hayattan düşerler ve sonunda evin en küçük kızı Adela'a canına kıyar."

Ey kadınlar, güzeller, eşsizler, şu yeryüzündeki biricik kıymetliler. Nice canı ateşleyip, o ufacık yürek içinde eşsiz dalgalanmalar başlatan, tarifsiz ve eşsiz bir duygu fırtınasında; bazen merhamet, bazen kardeş, bazen ana, bazen cıma, bazen sevgi, sadece sevgi, bazen de şehvet yanlızca şehvet uyandıran kadınlar. Ey gözlerinize yittiğim neydi günahınız sizin? Elma çaldiginiz için mi verildi size bu ceza?

Ah Bernarda, vah Bernarda ne istedin kızlarından? Neden şu cennet kopyası güzelim dünyayı, cehennem çölüne çevirdin. Onlar aşk istediler, sevgi istediler, sevmek sevilmek istediler. Kızlarının düşlediği günah değil, yalan değil, orospuluk değil, kanından fışkıran bir tutku, tertemiz bir aşktı. Hep uzak oldukları, hep acısını çektikleri, tıpkı su gibi, ekmek gibi, sevgiyle kuşatılmış, güler yüzlü bir erkek düşledi kızların. Onları sevmek, öpmek, koklamak, sımsıkı sarılıp başlarını güvenle yüreklerine yaslayacakları bir erkek beklediler hep. Kendi erdemlerin uğruna hem kendine hem de kızlarının canına okudun. Onların bir yürek taşidığı, kocaman kızlarının bir köle olmadığı, insan olduğu hiç mi hatırına gelemedi? Evinde çalistirdigin hizmetçi, erkeklerin yalnız kadınlar üzerindeki gücünün farkındayken sen Bernarda, ikinci kocayı gömen Bernarda bunu bilmiyor muydun yoksa ? Hayır hayır, o kadar gurulusun ki kendi ellerinle bağladın körelmiş gözlerini, vicdanını da dinlemedin, iyilik meleğini, aşk meleğini inatla susturdun aptalca kurallara boyun eğdirdin. Peki değdi mi o taptaze kızının ölümüne. Bir erkek ruhunun, bir erkek bedenin, bir erkek kanının, aşkın, sevginin en önemlisi yaşam sebebi sevginin, sevmenin kardeş bağlarını bile yok sayabileceğini anladın mı Bernarda? Bilmediğini biliyor, inanmadığına inanıyor gibi davrandığın için, kurallarını herşeye rağmen yaşatıp, kadını, erkeği, tutkuyu ve sevgiyi ya da kızını öldürdügün için mutlu musun Bernarda?

Bu evin içine herkes bir kerede olsa mutlaka girmeli. Acı da çekecek olsanız mutlaka girin. Belki elinizdeki kıymetin farkına varır, göremediğinizi görürsünüz. Özellikle de doğu bölgesini davet ediyorum bu eve çünkü "töre" cinayetlerine karşi çok iyi hazırlanmış bir tez "EDEP CİNAYETİ" gibi mesela. Engin ALKAN'ın yönetmenliğini üstlendigi çevirisini Hale TOLEDO'nun yaptığı "BERNARDA ALBA'NIN EVİ" gerek rejisi, gerek ışığı, tekniği ve oyuncularıyla son derece yüksek bir oyun. Ve bu oyunu kendinize çok uzak bulmayacağınıza inanıyorum. Özellikle de kızların ve hizmetçilerin"yünleri dövdüğü sahne" çok sıcak bir sahne, çok bizden bir sahne, yerinde ve güzel düşünülmüş bir sahne. Benim oyunu izlerken dikkatimi çeken, aklımda kalan ve düşündüren iki kısa bir diyalog var biri;

La PONCİA: Bu kadar çok mu seviyorsun bu adamı?

ADELA: Hem de çok. Gözerine baktıkça kanı ağır ağır içime işliyor.

Bir diğeri ise;

ANGUSTİAS: Mutlu olmam gerekiyor ama değilim.

BERNARDA: Aynı şey.

Bu replikleri buraya yazmamın tek bir nedeni var o da düşünmeniz. Lütfen şöyle bir bakında hayata derin ve tarafsızca, aklınız, ruhunuz ve kalbinizle aşk'ı bir de mutluluğu düşünün. Ertelemeyin hala nefes alıyor, düşünebiliyorsanız bunu yapın. Eğer yapmazsanız zoru tercih etmemiş olur, mandan uzaklaşırsınız.

Emeği geçen herkese teşekkürler.

www.tiyatrodunyasi.com



***

Endülüslü kadınların trajedisi

İspanyol şair ve oyun yazarı Federico Garcia Lorca’ nın Franco’ nun polisleri tarafından kurşuna dizilmesinden üç ay önce 1936’da tamamladığı son oyunu Bernarda Alba’ nın Evi, İstanbul Şehir Tiyatroları tarafından sahneleniyor

ZEYNEP AKSOY / TARAF GAZETESİ

Endülüs, 1930’lar… Bernarda Alba beş kızı ve hizmetkarlarıyla kocasının cenazesinden döner ve evde sekiz yıllık yas ilan eder. Yaşları 20-38 arasında değişen beş genç kadın, Bernarda’ nın yaşlı ve aklını yitirmiş annesi ve hizmetkarlar için tam bir domestik baskı rejimi hakimdir artık evde. Avlunun dört duvarının dışındaki hayattan izole, birbirleriyle didişerek, klostrofobik bir aile girdabının içinde savrulurlar. Kurtuluş bir tek Pepe el Romano adlı (sahnede asla görmediğimiz) gençle evlenmek üzere olan en büyük ve en çirkin kız Angustias için mümkün görünmektedir. Tabii Pepe’nin asıl sevdiği en küçük kız Adela’ dır ve kıskançlık, sevgisizlik, anne baskısı bu Endülüs evinin duvarları arasında bir araya gelerek büyük bir trajediyi hazırlar.

İstanbul Şehir Tiyatroları’nın sahneye koyduğu Bernarda Alba’ nın Evi, İspanyol şair ve oyun yazarı Federico Garcia Lorca’ nın Franco’ nun polisleri tarafından kurşuna dizilmesinden üç ay önce 1936’da tamamladığı son oyunu ve Kanlı Düğün ve Yerma oyunlarıyla birlikte köy üçlemesinin üçüncüsü. Bir evin içinde sadece kadınlar arasında geçmesine rağmen, “hanımağa” Bernarda’ nın kızları ve hizmetkarları üstünde kurduğu baskıyı ana tema yapmasıyla, yazıldığı sıralarda yaklaşmakta olduğu aşikar faşist Franco rejimiyle yaşanacakları simgelediği, bir anlamda öngördüğü yadsınamaz. Karanlık ve klostrofobik bir oyun Bernarda Alba’ nın Evi, ruh daraltan türden, ama diyaloglarının ve karakterlerinin sağlamlığı ile bir o kadar da iyi.

Bernarda Alba’ nın Evi’ni sahneye Engin Alkan taşımış. Karakterlerin oluşturulmasında hepsine tek tek gösterilen özen, yün kabartma sahnesi gibi kastın koro olarak kullanıldığı yaratıcı ve hoş fikirlerle temelde başarılı bir reji. Bir İspanyol evi avlusundan oluşan dekor tasarımı(Ayhan Doğan), yaşlı ve çılgın büyükannenin kapatıldığı fayton gibi hoş detaylarla fonksiyonel. Prodüksiyonun bütününde en “olmamış” öğe ise kostümler(Nihal Kaplangı). Fazla abartılı, fazla renkli, fazla “flemenco” ve ucuz görünümlü. Oyunun çizdiği karanlık ortam portresiyle hiç bağdaşmıyor, oyuncuların bile içlerinde rahat olmadığı izlenimini veriyor.

Bernarda Alba’ nın Evi kalabalık kastlı bir oyun, çeşitli yaşlarda 10 kadından oluşuyor. Tüm oyuncular, üzerlerinde düşünülüp ayrıntılarıyla çizilmiş karakterlerini başarıyla canlandırıyor ama büyükanne Maria Josefa’ yı canlandıran Bercis Fesçi, Bernarda Alba Ayça Telırmak, kahya La Poncia Sevil Akı, dilenci kadın Oya Palay ve ispiyoncu kız kardeş Martirio’ yu canlandıran Özlem Türkad performanslarıyla özel bir takdiri hak ediyor.

AYÇA TELIRMAK

 

Kadınların, bir başına kadınların, yoksun bırakılmışların, içine yanmışların, kabuğuna mahkûmların hikâyelerini anlatmaya yola çıkmıştık Ayça’yla. Cümlelerimiz billurlaştıkça, cesaret bulduk, o küskün, terk edilmiş, kovulmuş dokularımızdan, söz çıkarttık, şiir çıkarttık… Hayatın tüm ıskalarına yeniden nişan alır gibi… Sanki sil baştan başlar gibi…
 
Oyuncunun hayat hikayesi sahnenin örsünde şekillenir. Övüncü bir avuç alkış, bir de başını yastığa koyduğunda gözlerine oturacak huzurlu bir uykudur. Ayça sonsuzluğa gitti. Apansız, yaka kavura…
 
Kulis aralarından, kumaş kıvrımlarından, sahne karanlıklarından süzülen anılarıyla baş başayız şimdi. Onun adına, onunla birlikte.
 
Huzurla uyu Ayça Telırmak.

 
 
İSTANBUL EFENDİSİ
 
İSTANBUL EFENDİSİ
Musahipzade Celal' in ünlü klasiği İ.B.B. Şehir Tiyatroları sahnelerinde...



																	
TARLA KUŞUYDU JULİET
 
TARLA KUŞUYDU JULIET
Ephraim Kishon' dan Romeo ve Jüliet üzerine eğlenceli bir fantazi.




																	
DEFTER
 
 
 
Bugün 19 ziyaretçi (30 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol