i
   
 
  LORCA VE TİYATRO

LORCA VE TİYATRO

Yaşar Atan

”Yeryüzünde açlığın bittiği gün insanlık tarihinde hiç görülmemiş en büyük zihinsel devrim gerçekleşmiş olacak. O Büyük Devrim’in gelip çattığı gün, insanların bundan duyacağı o sınırsız sevinci sana anlatamam.”
(F. G. Lorca – 1936)

1936 yılında, otuz sekiz yaşındayken, İspanyol içsavaşı sırasında sosyalizmden yana kesin tavrını koymuş olan bu sanatçı, faşist güçlerce başına bir kurşun sıkılarak öldürüldü.
Çok varsıl, ama tutucu –her zaman olduğu gibi–, çocuklarını aynı kulvarda yönlendirmek isteyen bir aileden geliyordu. Ailesinin isteklerine başkaldırarak, kendi doğal eğilimleri ve büyük dehaların her zaman içlerinde taşıdıkları o karşı konulamaz iblislerin istemleri doğrultusunda yaşamını şekillendiren ve içinde cehennem ateşleri yanan bir genç... Hemen hemen her sanat dalında yetenekli. Şiirler yazıp okuyor, İspanyol halk şarkılarını piyanoya uyarlıyor, besteler yapıyor. Sahnelerde şarkılar söylüyor. Resim yapıyor, desenler çiziyor. Oyunları Amerika’da, Meksika’da, Arjantin’de sahneleniyor…
Lorca’nın özellikle şairlik yönü üzerinde durulmaktadır. Oysa tiyatro onun bütün yaşamında başköşeyi tutar. “Dünyanın yaşamakta olduğu şu dramatik anlarda sanatçı halkıyla gülmeli, halkıyla ağlamalıdır. (...) Ben yoksullarla bütünleşmek istiyorum. İşte o yüzden gelip tiyatronun kapılarına dayandım ve bütün yeteneklerimi de bu sanata adadım” der bir söyleşisinde. Lorca gerçekte lirik bir şair mi, yoksa daha çok tiyatro oyunları yazarı mı? Sorunun yanıtını Gerard de Costanze veriyor: “Lorca bütün sanat türlerini harmanlıyor ve bunlardan sürekli hareket halinde yepyeni bir soluk yaratıyor. Onun şiirleri bir tiyatrodur; tiyatrosu da şiirlerinin soluklanıp canlandığı bir arenadır.”

Bir tiyatro müdürü, Lorca’nın yirmi iki yaşındayken yayınladığı şiir kitabındaki bir şiiri oyunlaştırmasını ister. Böylece ilk oyunu olan, iki perdelik bir komedi ortaya çıkmış olur. Bu oyun bir geceliğine afişlerde kalır. Çünkü İspanyol seyirci, bu tür oyunların henüz yabancısıdır; haliyle “bir kelebeğe tutkun bir böceğin öyküsünü anlatan bu güldürü oyununu alkışlaması beklenemezdi ondan”. Ne var ki bu ilk oyun Lorca’nın daha sonraları evire çevire geliştireceği, mayalandıracağı bütün temaları içeriyordu: Aşk, ölüm, düşkırıklığı, coşkulu umutlar... Federico’nun daha çocukluk günlerine gidersek, onun en candaş oyuncaklarının tiyatro kuklaları olduğunu görürüz. Hizmetçileri Dolores, bu cıvıl cıvıl çocuğun içinde, Granada’nın Çingene ve halk kültürünün bütün zenginliğiyle tomurcuklanacağı iklimi yaratabilmek için, bu kuklaların bütün inceliklerini öğretir ona. Artık Lorca bu kuklalarını yaşam boyu hiç ayırmayacaktır yanından. Madrid, ve hatta daha sonraki Arjantin, Amerika yolculuklarında bile...
Kendi evinde, eşe dosta kukla gösterileri düzenleyip sahneler. Dekorları, kuklaların giysilerini, takılarını hep kendisi hazırlar; üstelik kuklaların iplerini de kendi kullanır. Gerçekte İspanya’da da, Türkiye’de olduğu gibi, köklü bir geçmişi vardır kuklaların.
Tiyatroda 1920’lerdeki birkaç oyun denemesi ve kukla oyunlarından sonra, lirik bir dram kaleme alır: Burada VII. Fernando’ya başkaldıran Granadalı bir cumhuriyetçi kadının, Mariana Pineda’nın öyküsünü dillendirir. 1927’de Barcelona’da sahnelenen bu oyundaki başrolü, Lorca’nın can dostu Margarita Xirgu üstlenir. Dekorlar, kostümlerin çizimi, hepten ressam ve yoldaşı Salvador Dali’nin elinden çıkar. Bu oyunda ölüm ve yıkılan bir umut, aşkla içselleşip özgürlüğe ulaşmış gibidir. Burada sanki kendi öz geleceğini de duymuş gibidir Lorca:
“Pedro, ben özgürlüğün ta kendisiydim
Aşk böyle olsun istedi
Sen özgürlük adına beni bıraktın
Bak, özgürlüğün ta kendisiyim ben Pedro
Neylersin insanlar beni katletti
Aşk oldum işte aşk
Sonsuz bir yalnızlığım şimdi.”

Lorca, kukla oyunlarından sonra başka oyunlar da yazmıştır: “Muhteşem Terlikçi” ve “Don Perlimplin’in Aşkları”. Bu iki oyunda, hayalin gücüyle gerçeğin gücü çatışma halindedir. Geleneksel İspanyol tiyatrosunda itici güç, “onur” denen olgudur ve bu, toplumun bakış açısına göre şekillenir; oluşur. Oysa Lorca’ya göre onur, “insanın içinde taşıdığı bir erdemdir; insan bu olguyu başkalarıyla sevinçle korku arasında paylaştığı ölçüde insanlaşır”.
Tiyatroyu tiyatrodan uzaklaştırmak, tiyatroyu geleneksel ve dogmatik misyonundan ayıklamak için beş-altı kadar ağırbaşlı, şairane “saynet” yazdı. Bu oyunlar uzun soluklu olmasalar da, onlarda Lorca’nın şiir yüklü dünyası vardır. Bu oyunlarda halk müziğinin serin yelleri; gecenin ayışıklarına, çocukluk anılarına, isyana durmuş bir insanın öfkelerine karışmış gibidir.

GERÇEKÜSTÜCÜ SERÜVEN
İspanya’da bir gerçeküstücülük akımı olmuşsa, bu da ilkin Lorca’nın yapıtlarında filizlenmiştir. Bu akımı sürdüren hiçbir gruptan olmamasına karşın, tek başına gerçeküstücülük rüzgârını estirmiştir. Özellikle iki oyunu, bunun tartışmasız kanıtıdır. Birincisi Havana’dayken yazdığı, “Le Public” (Seyirciler) oyunudur. Bu oyun ancak elli yıl sonra yayınlanıp sahnelenebildi. Katışıksız ve eksiksiz bir aşkın ardısıra, bu oyunun, her şeyi göze alan bir adamın eşcinsel aşkından kaynaklanmasının verdiği çekingenlik bu gecikmenin nedenidir. Ertesi yıl aynı gerçeküstücü iklimde yeni bir oyun yazar: “Beş Yıl Sonra”. Gerçekçi tiyatronun bütün dar ve geleneksel kalıplarını kırıp atan bu önsezili tragedya, –kendi deyimiyle, “gerçekleşemez komedi”– ancak 42 yıl sonra Madrid’de sahnelenebildi. Mizah, çelişki, lirizm yüklü bu yapıtta, Lorca’yı yaşam boyu sarsan bütün düşünce ve sanatsal akımlar anaforlaşmıştır. Gerçeküstücü ozan E. F. Granel, bu oyundaki temlerin boyutlarını Rimbaud’nun, İ. Ducasse’ın yapıtlarındaki boyutlarla eşleştirir. “Üç perdeye sığdırılmış çağımızın efsanesi” diye nitelenen bu oyunun esintileri, Salvador Dali’nin ve Picasso’nun bazı tablolarına da yansımıştır.
Bu oyunda Lorca, şiir evreninin bütün genişliğince yayılımını sergiler. Anında bir oyundan öteki oyuna, bir şiirden öteki şiire, Ionesco’dan Brecht’e geçebilecek esnekliği vardır.

ÜÇLÜ HALK OYUNLARI
“Üçlü kalk oyunları” dizisi onun dogmatizm karşıtlığının bir delili, üstelik sanatının da bir doruğudur. Bu dizi son yıllarında yazdığı üç oyunu içerir: “Kanlı Evlilikler (Noces de sang)”, “Yerma”, ve “Bernarda Alba’nın Evi”. Bu üç halk oyununun ana eksenini İspanyol toplumunu cenderesinde ezen, kadın-erkek ilişkilerine bağlı toplumsal-bireysel çelişki oluşturur. Bu üçlü-oyun şu soruyu ortaya koyuyor: Az-çok özgürlük yellerinin estiği bir İspanya’da, gene parasal özgürlüğüne kavuşmuş, bir yere dek de okumuş bu kadınlar, nasıl oluyor da, kendi içlerinde ördükleri bu yasak duvarların ötesine geçemiyorlar? O “Bernarda”ların zorlu kurallarına boyun eğebiliyorlar? Lorca’ya göre boğucu bir geleneğe sarılıp donmuş, köleleştirilmiş bir İspanya; yeni gelen özgürlük ikliminde, bu kez de küçük burjuva göreneklerine göre bir yönelim tutturmuştur kendine. Yaşlı, tutucu, simgesel “Bernarda”lar, artık yalnızca cellat değil aynı zamanda birer kurbandırlar. Aynı geleneğin halkaları olarak kızlar da, hem kurban hem cellattırlar...
İçsavaş süresince Lorca’nın bütün sanatsal yönelimi; şairliği, desinatörlüğü, müzisyenliği toplumun çıkarlarından, onun mutluluğundan yana yoğunlaşır. La Voz gazetesindeki söyleşisinde şöyle der: “Tiyatronun gücü onun toplumsal sorunlara bakış açısıyla ölçülebilir yalnızca.” Sonra da, o andaki tiyatroların toplumsal sorunlar karşısındaki vurdumduymazlığından yakınır.

GEZGİNCİ TİYATRO KUMPANYASI: LA BARRACA
Görüldüğü
gibi yaşamının son basamaklarını, ezilen insanlarla yanyana, kendini tümden tiyatroya adamış olarak inmektedir – daha doğrusu tırmanmaktadır... Lorca’nın 1932-1935 arasında yönettiği gezginci bir tiyatro grubundan söz etmeden olmaz. İspanya’da II. Cumhuriyet’in kurulmasıyla, filizlenmek için böylesi bir siyasal iklimi bekleyen bir düşünce vardır Lorca’nın kafasında. Uzak köylere dek gidip oyunlar sergileyecek gezginci bir tiyatro kumpanyası oluşturmak... Bu düşü gerçekleşir ve dört yıl süresince bu gezginci tiyatro, “adım adım İspanya” programını uygular!.. Calderon’dan, Cervantes’ten, Molina’dan oyunlar sahneler.La Barraca, İspanyol tiyatrosunu gelenekçi katılığından, tutuculuğundan kurtarmak ve halkı uyandırmak gibi bir misyon üstlenmiştir. Müzik düşkünü Lorca; kendi hazırladığı şarkıların, dansların, dekorların, ışık oyunlarının bile önem kazandığı ve bir çeşit rol üstlendiği coşkulu sahneler sergilerdi. Hiç tiyatroya gidemeyen yığınların ayağına giden Lorca, içindeki o güzelim “devrim” mesajını onlara iletmeye çalıştı.
1936’da, Lorca’nın katlinden sonra, La Barraca denen bu gezginci tiyatro, içsavaşın ilk yıllarında, Cumhuriyetçi sivil savaşçıların destekçisi olarak görevini sürdürdü.
Daha sonra da “İspanya Ulusal Tiyatrosu” olarak ad değiştirdi. Ama hep Garcia Lorca’nın ve gezginci tiyatro kumpanyasının o devrimci ve mevcut düzene başkaldırı mesajlarını, yeni kuşaklara iletir gibiydi –uzun yıllar sürecek o faşist dönemlerde bile.

AYÇA TELIRMAK

 

Kadınların, bir başına kadınların, yoksun bırakılmışların, içine yanmışların, kabuğuna mahkûmların hikâyelerini anlatmaya yola çıkmıştık Ayça’yla. Cümlelerimiz billurlaştıkça, cesaret bulduk, o küskün, terk edilmiş, kovulmuş dokularımızdan, söz çıkarttık, şiir çıkarttık… Hayatın tüm ıskalarına yeniden nişan alır gibi… Sanki sil baştan başlar gibi…
 
Oyuncunun hayat hikayesi sahnenin örsünde şekillenir. Övüncü bir avuç alkış, bir de başını yastığa koyduğunda gözlerine oturacak huzurlu bir uykudur. Ayça sonsuzluğa gitti. Apansız, yaka kavura…
 
Kulis aralarından, kumaş kıvrımlarından, sahne karanlıklarından süzülen anılarıyla baş başayız şimdi. Onun adına, onunla birlikte.
 
Huzurla uyu Ayça Telırmak.

 
 
İSTANBUL EFENDİSİ
 
İSTANBUL EFENDİSİ
Musahipzade Celal' in ünlü klasiği İ.B.B. Şehir Tiyatroları sahnelerinde...



																	
TARLA KUŞUYDU JULİET
 
TARLA KUŞUYDU JULIET
Ephraim Kishon' dan Romeo ve Jüliet üzerine eğlenceli bir fantazi.




																	
DEFTER
 
 
 
Bugün 2 ziyaretçi (16 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol